![]() |
Tweet |
Daha sonra dayılarının tahrirat ve rüsumat müdürlüğü görevinde bulundukları Mardin’e giderek başta Ahmed Hilmi Efendi olmak üzere bazı müderrislerden üç yıl kadar çeşitli dersler aldı ve kısa bir süre içerisinde Arapça ve Farsçasını ilerletti ve bu arada klasik tarzda şiirler yazmaya başladı. Çeşitli görevlerin ardından 1924 yılında vefat etti; mezarı Fatih Camii Hazîresindedir.
2. “OSMANLI VİLAYAT-İ ŞARKİYESİ” ADLI ESERİNDEN BAZI ÖNEMLİ KESİTLER
2. 1. Selahddin Eyyubî Zamanında Diyarbekir’de 1 Milyon Kırk Bin Ciltlik Merkezi Kütüphane
“Diyarbekir’in surlarında mudahhar (saklı, muhafazalı) olup Selahaddin Eyyûbî’nin eline geçen erzak ve alat-ı harb (savaş araç gereçleri) ve sair emval ve eşyanın tarifatı (tanıtımları) “er-Ravdeteyn Fî Ahbari’d-Devleteyn” nam kitabde (kitapta) muharrerdir (yazılıdır). Bundan başka bir milyon kırk bin cildi havî (işeren) bir kütüphane olduğunu beyan ediyor. Bu kütüphane hakkındaki tafsilatı ibtida-yı Meşrutiyette çıkarmış olduğum “Amid” mecmua-yi mevkûtesinin (Amid adlı süreli derginin) üçüncü nüshasında “Amid Şehrinde Vaktiyle Bir Milyon Kırk Bin Kitabı Havî Bir Kütüphane” unvanı altında on iki sütunu havî olarak neşir etmiştim”. (s. 54-55)
2. 2. Diyarbekir’in Bir Kültür ve Kitap Merkezi Olduğunu İspat Etme Çabaları
“Ben dünyaya geldiğim zaman Diyarbekir adeta bir Kütüphane-i Ulûm (İlimler Kütüphanesi) şeklinde idi. Diyarbekir eşrafından Müftü Dervîş Efendi merhumun evlatları hanesine gider, üç dört bin cilt kitap görürdüm. Diyarbekirli Said Paşa merhumun kaşanesine gider, yine bir hayl-i kütüb-i nefîse bulurdum. Amcam Şaban Kamî Efendi hazretlerinde bila mübalağa (abartısız) on bin cilt kütüb-i aliye mevcut idi”. (s. 88)
“Benim kütüphanemin daha nasıl bir kütüphane olduğunu kainat yakında görür. Bu sözleri iftihar için söylemiyorum. Belki bir takım bedbahtlar bi ğayr-ı hak (haksız yere) Vilayet-i Şarkiye Ahali-yi İslamiyesi (Doğu Vilayetlerinin Müslüman Halkını) vahşi imiş, medeniyetsiz imiş, medeniyete kabiliyetleri yok imiş diye yalanlar icad ederler”. (s. 90)
2. 3. İttihat Terakki’ye Yönelik Eleştirileri
“İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin her fenalığından başka bir de Türkçülük ve Turancılık gibi bir meseleyi ortaya çıkarması, Osmanlılık nam ve unvanından öteden beri memnun olan her milletin birbiri ile olan uhuvvetlerine (kardeşliklerine) karşı pek çirkin görünmüş, bu da başkaca insilab-ı emniyet (asayişin ortadan kalkmasına) ve herc u merci (ve anarşiye) da’î (neden) olmuştur. İttihad ve Terakkiciler haydutlaşarak Ermenilere, Rumlara, Araplara, Kürtlere ve Türklere, el-hasıl İttihad ve Terakki bayrağı altına girmeyen ve girip de bunlardaki fikr-i nabica-yı (yersiz, yanlış fikirleri) idrak edip terk edenlere etmedikleri gadir (yapmadıkları zulüm) bırakmadılar. Hal böyle iken Enver Paşa gibi twcrübesiz bir çocuğu Harbiye Nezaretine geldi. Tabiîdir ki koca memleket böyle basiretsiz, tedbirsiz, tecrübesiz canilerden nefret etmiştir”. (s. 15-16)
2. 4. Amed Vilayeti’in Demografik Yapısı ve Hoşgörü Ortamı
“İslamlar Hıristiyanlara kardeş ve Hıristiyanlar İslamlara sırdaş nazarıyla bakarlardı. Bunlar birbirlerinin hukukuna tecavuz etmezlerdi”. (s. 41). “İslamlar (Müslümanlar) hiçbir vakitte Hıristiyanların hukukuna tecavüz etmemiş, kendilerini kendi alemlerinde serbest ve sair bütün hukuk-i şeriyye ve medeniyyede (meşru ve medeni haklarda) İslamlar ile müsavi (eşit) bırakmıştır”. (s. 93).
2. 5. Ermeni Tehciri Emrini Yerine Getirmeyen ve Bu Yüzden Şehit Edilen Lice Kaymakamı Nesimî Bey’i Övmesi; Ermenilere Yönelik Tehcir ve Baskılara Şiddetle Karşı Çıkması, Fakat Ermenilerin de Muhtariyet ve Ayrı Hükümet Kurma İsteğinin Makul Olmadığına İlişkin Yorumları
“Tehcir esnasında Lice kaymakamı olan şehit mazlum Nesimî Bey Ermenileri muhafaza ederek vali tarafından verilen emri isğa etmemiş (dinlememiş) ve mesleğinde merdane sebat eylemiş bulunduğundan Türk unsuruna mensup olmayan bazı jandarmalar gönderilerek kaymakam beyi makhûren (hakaret veya işkence edilerek) ve mahbûsen (alıkonularak) Lice’den alarak yolda alem-i ebediyete îsal eylemiştir” (ebedî ahirete intikal etmiştir). s.97. “Ermenilere ğadir (zulüm) edilmekte olduğunu işittiğim zaman ne kadar müteessir ve mahzun olduğumu eğer Ermeniler görselerdi hayrette kalırlardı”. (s. 109). “Gerek Ermeniler hakkında İslamlar tarafından vuku bulan ve bilhassa kadın, çoluk çocuk, eytam (yetimler) ve eramil (dullar) gibi bîçareleri bi gayr-ı hak (haksız yere) memleketlerinden tehcirden başka ekbah-ı felaketle (en çirkin felaketle) öldüren vahşiler…her kimler iseler ceza-yı şedidleri (şiddetli cezaları) icra olunmak…” (s. 92). “Ermeniler hakkında tehcir meselesi vesile edilerek şiar-ı beşeriyete gayr-ı layık (insanlık şiarına layık olmayan) bir surette birçok katl ve idam muamele-i muteessifesi (esef verici muamele) zuhura gelmiştir. Şimdi buna mukabil yapılacak muamele-i adliye (adlî işlem) bu halin mütecasir ve faillerinin şiddetle cezalandırılması ve hukuk ve emval-ı mağsûbelerinin (gasp edilmiş hak ve mallarının) tamamen iadesi”. (s. 94).
2. 6. Alpaslan’ın Diyarbekir SurlarınaTeberrüken Eliyle Dokunup Elini Yüzüne Sürmesi
“Alpaslan gibi bir cihangir padişah atından inip elini duvarına ve badehü yüzüne lems ile teberrük eylediği Diyarbekir’in o azametli suruna…” (s. 28)
2. 7. Dördüncü Murad’ın Devletin Selameti İçin Öz Kardeşlerini Katletmesi
“Memlekette zuhur edecek tefrikaya mahal bırakmamak için öz kardeşlerinin canına kıyan Sultan Murad-ı Rabı’…” (s. 44).
2. 8. Kürd ve Kürdistan İsimleri
Eserin özellikle İdrîs-i Bedlîsî’nin yol göstermesi bağlamında Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’in Kürdistan ve Diyarbekir üzerindeki hesaplarını konu edinen 58-70 arası sayfalarında onlarca yerde coğrafi olarak Kürdistan; etnik kimlik olarak da Kürd ve onun çoğulu olarak Ekrad geçmektedir ki bu kısımlar Diyarbekir’in o zamanki tarihi açısından oldukça önemli bilgiler içermektedir. Örneğin:
1- Şah İsmail Kürdistan ve sair havalinin kilidi olan Diyarbekir’in kendi yed-i emininde (hâkimiyetinde) olmasını arzu etmesi.
2- Umum Kürdistan ahalisinin Devlet-i Osmaniye canibine (Osmanlı Devleti’nden yana) ibraz-ı musadakat (sadakat göstermeleri) ve hizmetleri.
3- Şah İsmail Umum Kürdistan’ın kendisine bir faydası kalmayacağını bilmesi;
4- İdrîs-i Bedlîsî Kürdistan hanedan ve begzadelerine hitaben Sultan Selim Han Hazretleri’nden bir takım ewamir-i aliye (yüksek emirler) alarak Kürdistan’a dahil oldu (girdi).
5- İdrîs-i Bedlîsî “Amid elden giderse Kürdistan Şah İsmail’in ğadriyle (zulmüyle) mahfolacak” dedi.
6- Ümera-yı Ekrad (Kürt Beyleri) yine Mevlana İdrîs’in talimatıyla bir araya geldiler.
7- Maraş ve Elbistan Kıtasının hâkimi Alüddevle Kürdistan’ın Sultan Selim’e mal olmasını beka-yı hükumeti için (hükümetinin bekası için) tehlikeli görüyordu.
8- İdrîs dolaşarak on bin (10.000) kadar Ekrad (Kürt) askerini Kiği nam mevkiye (Kiği denilen yerde) topladı.
3. KAŞGARLI MAHMUD’UN “Divan-ı Lugat-i Türk” ADLI TEK NÜSHA ESERİNİ BULMASI
Ali Emirî Efendi herhangi bir görev veya münasebetle gittiği her yerde kitap toplamış; sırf kitap için bir ara eski bir Oğuz şehri olan Cend’e kadar giderek çok sayıda değerli eser ve belgeyle dönmüştür. Millet Kütphanesi İstanbul Fatih’te Feyziye Medresesi’nde Şeyhülislam Seyyid Feyzullah Efendi ile Ali Emirî Efendi’nin Koleksiyonlarından oluşan bir kütüphanedir. Ali Emirî 1908 yılında emekli olduktan sonra 40 küsur sandık kitapla birlikte İstanbul’a giderek Beyazıt’ta iki katlı bir eve yerleşir. Daha sonra içinde 33 lira karşılığında bir sahaftan aldığı Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lugat-i Türk adlı eserinin tek nüshası; tarih ve tabakat kitapları, padişah divanları şairlerin tezkireleri ve fermanların da bulunduğu 16.000 cilt kitabını 17 Nisan 1916 tarihinde düzenlenen bir törenle bağışladığı bu kütüphaneye kendisi Millet Kütüphanesi adını vermiştir.
ŞEYH ALİ SEBTÎ EFENDİ (ö. 1870)
Doğum Yeri, Annesi ve Babası, Soyu ve Vefatı
Şeyh Said Efendi’nin dedelerinden olan Şeyh Ali Sebtî Efendi, 1777 veya 1786 yılında Diyarbakır’ın Bismil İlçesine bağlı Çilsutûn (Kırkdirek) köyünde dünyaya gelmiştir. Babasının adı Mela Kasım’dır. Annesi, Diyarbakır ve çevresinde cesaretiyle tanınan ‘Elikan Aşireti’ndendir. Hüseynî oldukları rivayet edilen soyu kendisine varıncaya kadar şöyledir:
Mela Haşim
Mela Hüseyin
Mela Haydar
Mela Kasım
Şeyh Ali Sebtî
Şeyh Ali Sebtî’nin köyü olan Diyarbakır'ın Bismil ilçesine bağlı “Çilsutûn” (Kırkdirek) köyüne bu adın veriliş nedeniyle ilgili üç görüş vardır. Birinci görüşe göre dedelerinden Mela Haşim’in bu köydeki medresesinin kırk sütun üzerinde inşa edilmesi, Çilsutûn Medresesi’nin kalıntıları günümüzde de var olup ziyaret edilmektedir. Ayrıca “Sebt”in onun atalarının bir köyünün adı olduğu ve Şeyh Ali bundan dolayı “Sebtî” nisbesiyle anıldığı d söylenmektedir. İkinci görüşe göre Şeyh Ali Sebtî Efendi Mevlana Halid’in kırkıncı halifesi olduğu için, üçüncü görüşe göre de Sebtî Hazretleri’nin bu köyde yetişen 40. veli olduğu için köylerine “Çilsutûn” adı verilmiştir. Cumhuriyet döneminde Kırkdirek olarak ismi değişen bu köy, daha sonra Mardin’in Savur ilçesine bağlanmıştır.
Şeyh Ali Sebtî Efendi, mürşidi Mevlana Halid’in vasiyeti üzerine bugünkü Palu yöresine vazifeli olarak gönderilmiştir. Ömrünün sonuna kadar bu bölgede ilim ve irşad faaliyetlerinde bulunan Ali Sebtî, 1871 yılında Palu içesinin üç kilometre doğusunda Murat Nehrine bakan bir tepe üzerinde medfundur. Türbesi oradadır ve sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.
MEDRESE TAHSİLİ VE DİYARBAKIR ULUCAMİİ MÜDERRİSLİĞİ
İlk tahsilini doğduğu yer olan Bismil’in Çilsütûn köyünde babasının yanında yapan Şeyh Ali Sebtî, henüz küçükken babası vefat ettikten sonra annesi tarafından Diyarbakır Ulucami Medresesi’ne verilşr ve burada eğitim görmesini sağlar. Sebtî hazretleri daha sonra tahsilini hem Bağdat’ta hem de Erbil ve Süleymaniye’de Haydarî ve Berzencî ailelerin idaresindeki medreselerde sürdürür. Henüz 20 yaşındayken tahsilini tamamlar ve bu yaşta Diyarbakır Ulucami Medresesi’nde müderris olarak göreve başladı. Anadili Kürtçeye ilaveten Arapça, Farsça ve Türkçeye de hâkim olup bu dillerle konuşur ve yazardı.
TASAVVUFÎ HAYATI VE MEVLANA HALİD İLE TANIŞIP ONA MÜRİT VE HALİFE OLUŞU
Mevlana Halid hazretleri Hindistan dönüşü Diyarbakır’a uğrayıp Şeyh Ali Sebtî’ye misafir olur ve Şam halkının irşadında kendisine arkadaş olmasının aslında Şah Abdullah Dehlevî’nin emri olduğunu söyler. Bunun üzerine Şeyh Ali Sebtî, Mevlana Halid ile birlikte Diyarbakır’dan ayrılır, vefatına kadar yanında kalıp yazdığı mektupları sahiplerine ulaştırmak görevi başta olmak üzere hizmetinde bulunur.
Kendi köyü olan Çilsutûn’da müderris iken Erbil’e gidip gelen Şeyh Ali Sebtî, Erbil’de Mevlana Halid’in halifelerinden biri olan Şeyh Ahmed Hatîb’in yanında yaklaşık beş yıl amel eder. Yine Çilsutûn’da müderris iken bir gün köye gezginci kıyafetiyle bir yabancı gelir. Ali Sebtî hazretleri bu yabancıyı misafir etmek için evine götürür. Onun olağan dışı halleri Ali Sebtî hazretlerinin dikkatini çekince kim olduğunu sorar. Gelen bu yabancı devrin büyük mürşidi Mevlana Halid Şehrezûrî el-Kurdî’den başkası değildir. Mevlana Halid ona kimliğini açıklayarak Hindistan'dan geldiğini, şmürşidi Abdullah Dehlevî hazretlerinin emri üzerine buraya uğradığını, buradan da Şam'a gideceğini, çünkü Abdullah Dehlevî’nin kendisini Şam halkını irşad etmekle görevlendirdiğini açıklar. Şeyh Ali Sebtî’ye ayrıca “Şeyh Abdullah Dehlevî seni de götürmemi istedş” der. Şeyh Ali Sebtî hazretleri tereddüt etmeden bu talebi kabul ederek üzerindeki elbiseden başka bütün mal ve mülkünü kardeşlerine bırakarak giydiği siyah elbiseyle Mevlana Halid ile beraber Diyarbakır’dan çıkar ve böylece onun etkin tasavvuf hayatı bu ziyaretle başlar.
Şeyh Ali Sebtî Efendi, Şam'da on bir yıl şeyhine hizmet etmiş ve onun ilminden, tasavvufi bilgisinden gerektiği gibi faydalanmıştır. Bir gün Mevlana Halid onu yanına çağırarak: "Senin süren tamamlanmıştır, artık icazetini verelim git" deyince, Şeyh Ali Sebtî şöyle der: "Ben icazeti ne yapayım. Size hizmet etmek bana yeter”. Mevlana Halid hazretleri, "annen rahatsızdır, git anneni gör ve gel" der. Ali Sebtî Efendi, şeyhinin bu sözü üzerine yola koyulur. Fakat Çilsutûn köyüne geldiğinde annesini vefat etmiş bulur. Birkaç gün sonra tekrar Şam'a döner fakat bu süre içerisinde de şeyhi vefat eder. Mevlana Halid, Şeyh Ali Sebtî Efendi’yi irşad amacıyla Yemen’e de göndermiş ve ona bizzat kendisi taç ve hırka giydirmiştir. Bu taç ve hırka bugün de torunları tarafından muhafaza edilmektedir.
Mevlana Halid vefat etmeden önce Ali Sebtî'nin icazetini hazırlamış, onu Palu'da görevlendirdiğini vasiyet olarak bildirmiştir. İcazetini Mevlana Halid’in Diyarbakır’da kendisini ziyaret eden kardeşi Şeyh Mahmud Sahib’ten alan Sebtî hazretleri 42 yaşındayken Palu'ya gelir. Palu’da kendisini Palu Mescidinin imamı Bekir Hoca Bursevî karşılar. Fakat Palu burjuvazisi tarafından rahatsız edilince Bingöl’ün Genç ilçesine bağlı Kelxas köyüne gidip bir yıl orada kalır. Bu köyde Hoca Ali kendisine hizmet eder ve ondan ders ve icazetname alır. Daha sonra tekrar Palu’ya döner. Şimdiki türbesinin hemen güney tarafındaki dere içerisinde bir ev yaparak önce burada kalır. Daha sonra eski Palu'ya göç ederek ölümüne kadar tam 45 yıl burada halkı irşad eder. Palu’da “İblaşiye Medresesi”nde müderrislik yaparak bir taraftan talebe okutur, bir taraftan da irşad hizmetlerini yürütür. Bu bağlamda kısa bir süre içerisinde etkisi ve şöhreti Palu’yu aşarak Lice, Bingöl, Muş ve Erzurum yörelerinde çok ciddi bir taban bulur. Bu arada bir evlilik daha yapar. Bu seferki eşi, Melekan köyü yakınlarında bulunan Kasıman Mezrasından Osman adlı bir zatın kızı olan Esma’dır.
Nakşibendî/Halidî Tarikatı bölgeye ilk defa Ali Sebtî hazretleri ile girmiştir. Halk onda inanılması zor kerametler görmüş, onun bilgisinden ve feyzinden istifadeye çalışmıştır. Palu'da bozulan nizamı o yıllarda tesis ederek dini gerçek yönleriyle halka anlatmış, onun vesilesiyle birçok gayrimüslim İslam dinini kabul etmiştir.
Hayatı boyunca dünya malına hiç değer vermeyen Şeyh Ali Sebtî, bir karış toprak bile satın almamıştır. Onun paraya, pula değer vermemesi ile ilgili bir olay şöyle anlatılır: Bir gün hanımlarından birisi ona çıkışarak şöyle der: "Efendi, sen artık yaşlandın, çocuklarımız var, onlara kalacak bir parça mülkümüz yok. Düşünüyorum ne yapacağız. Sen hep bu işlerle uğraşıyorsun”. Sebtî hazretleri gayet sakin bir şekilde, "Hanım, git bir bulgur çorbası pişir yiyelim, o işi sonra düşünürüz" diye cevap verir. O sıralar bulgur, pirinç gibi zahireler küplerde saklanırdı. Hanımı bulgur çorbası yapmak için kilere gider. Bulgur küpünün ağzını açtığında bir de ne görsün! Küp ağzına kadar altınla dolu. Şaşkınlık içinde tekrar geri döner: "Efendi, küpte bulgur yerine altın var" deyince, Sebtî hazretleri şöyle der: "Hanım benim altında gözüm yok, istesem küplerin hepsi altınla dolar. Çocuklarım yeter ki benim yolumdan gitsinler. Onlara ne mal lazım, ne de mülk”.
ÇOCUKLARI
Şeyh Ali Sebtî iki evlilik yapmıştır. Birinci evliliğini Palu’nun Ekrak köyünden Eyyûban Aşiretinden Ayşe Hanım’la; ikinci evliliğini de Melekan’dan Mela Ahmed Babkal’ın Esma adlı kızı ile yapmıştır. Şeyh Ali Sebtî’nin soyu bu evlilikle günümüze kadar devam etmektedir. İkisi kız, beşi erkek olmak üzere 7 çocuğu olmuştur.
İsimleri şöyledir:
1-Şeyh İbrahim (Kodo) Efendi (6 yaşında vefat etmiş)
2-Şeyh Muhammed Nasîh Efendi (1835-1873)
3-Şeyh Mahmud Feyzi Efendi (1838-1895)
4-Şeyh Hasan Nakî Efendi (1843-11918)
5-Şeyh Hüseyini Zekî Efendi (1848-1914)
6. Amine Hanım (ö. 1893)
7. Fatma Hanım
Şeyh İbrahim (Kodo) Efendi: Kardeşlerin en büyüğüdür ve küçükken vefat etmiştir. Şeyh Ali Sebtî Hazretleri’nin bu oğluna nispetle “BAVÊ KODO” (Kodo’nun Babası) künyesiyle tanınmaktadır. Kodo kelimesi Kürtçede “kısa” anlamına gelmektedir. Henüz 6 yaşındayken vefat etmiştir. Vefat etmeden önce babası ona özel hoca olarak halifesi Bursalı Ebubekir Hoca’yı tayin etmiştir. Bursalı Hoca vefat ettiğinde bu küçük talebesinin yanı başında defnedilmiştir. Kabirleri bugün de sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.
Şeyh Ali Sebtî Efendi vefat etmeden önce adı geçen çocuklarını toplayıp onlara bazı tavsiyelerde bulunmuş ve her birine hitaben şöyle demiştir:
Şeyh Muhammed Nasîh’e : “Sen, velayetin varisi olacaksın”
Şeyh Mahmud Feyzî’ye : “Sen, harikaların varisi olacaksın”
Şeyh Hasan Nakî’ye : “Sen, ilim ve edebin varisi olacaksın”
Şeyh Hüseyin Zekî’ye : “Sen, dünya ve ticaretin varisi olacaksın”
Amine Hanım: Emoş Hanım olarak tanınan ve 1310/1893 yılında vefat eden bu hanımın beş çocuğu olmuştur. İsimleri şöyledir:
-İkinci Şeyh Abdullah
-Muhammed Atîk Efendi
-Mustafa Efendi
-Rukiye Hanım
-Zühre Hanım
HALİFELERİ
Şeyh Ali Sebtî hazretleri 1871 yılında ebedi âleme göçerken, arkasında çok sayıda halife bırakmıştır. Sayıları 50 civarında olan bu halifelerden bazıları şunlardır:
Oğlu Şeyh Muhammed Nasîh,
Oğlu Şeyh Mahmud Feyzî,
Şeyh Mahmud Saminî el-Hûnî,
Bingöl'ün Kur Köyü'nden Süleyman Efendi,
Harput'ta medfun Seyyid Ahmed Çapakçurî,
Şeyh Ahmed Çanî,
Şeyh Abdullah Melekanî,
Şeyh Süleyman Kurî,
Şeyh Selim Karbaşanî,
Kovancılar ilçesi Mirmehmet köyünden Cuma Efendi,
Hoca Ali Kelxasî,
Şeyh Muhammed Serdî-Licî
Şeyh Hüseyin Comelaşî-Licî
Hoca Bekir Bursevî
BAZI BÜYÜK MÜRİDLERİ
1- Seyyid Derviş Hayrullah
2- Seyviyi Cibi Seyfkarî
3- Şeyh Muhammed Dağıstanî
4- Şeyh Seyda Müderris-Palevî
5- Şeyh Ali Hoca Sivanî
6- Şeyh İsmail Falıcî
7- Mela Ahmet Kukî
8- Mela Behti Palevî
Devam eden Sülalesinde Var Olan Soy İsimleri
AKAR, AYGÖREN, BİLGİN, DENİZ, DURGUN, FIRAT, GÖRÜR, İMRE, ÖZSOY, SEPTİOĞLU.
Prof. Kadri YILDIRIM KÜRT MEDRESELERİ VE ÂLİMLERİ ESERİNDE ALINMIŞTIR.
gaziantep escort,gaziantep escort
başakşehir escort,ikitelli escort,güneşli escort,kayaşehir escort,bağcılar escort,esenler escort,eyüp escort,güneşli escort,kumburgaz escort,topkapı escort
flyjota.com Deneme bonusu veren siteler Deneme bonusu veren siteler Deneme bonusu
deneme bonusu bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler