![]() |
Tweet |
İlk ilim hocası Seydayê Taxî’dir. Çocukluğunda kendisine lazım olan tüm bilgileri Taxî’den almıştır. Ardından babası ve babasından sonra Mela Abdülkerim’in yanında tahsilini bitirmiştir. İlim icazetini tahsil arkadaşı olan Şeyh Mahmud Karakoyî ile birlikte bu zattan aynı günde almışlardır. Üstadları olan Mela Abdülkerim bu konuda şöyle demiştir: “Eğer Rabbim, benden bu iki icazeti kabul etse, ikisini de Allah’a yakınlık vesilesi olarak sayacağım”.
Şeyh Alaeddîn, önce babasının yanında tarikata girer; ancak vefatına yakın babası tüm evlatlarını ve bağlılarını Hazret’e teslim edince artık tüm gücüyle Hazret’e hizmet etmeye başlar ve uzun bir zaman sonunda hilafet alır. Artık Hazret’in vefatına kadar elinden geldiğince ondan ayrılmaz ve Birinci Dünya Savaşı’nda da beraber olurlar. Savaş esnasından namazlarda Şeyh Alaeddîn’e İmamlık yaptırılır. Gösterdiği yararlılıklardan dolayı Hazret tarafından çok sevilmiştir. Şeyh Alaeddin Hazret’ten en fazla mektup alan kişilerdendir. Bu mektuplarda rabıta, vird, zikir gibi konular yer almaktadır.
Şeyh Muhammed Alaeddîn’in İlmî İcazetname Alışı
Büyük âlim Molla Abdulkerîm İspayirtî, Bitlis’te Şeyh Muhammed Alaeddîn ve Şeyh Mahmûd Karakoyî’ye aynı gün icazetname vermiştir. Sayılamayacak kadar insanların bir araya geldiği bu anılmaya değer gün ile ilgili bu üstad bir gün sohbet meclisinde şöyle der: “Eğer Allah verdiğim bu iki icazetnameyi benden kabul ederse, bunu O’na yakınlık vesilesi olarak sayacağım ve bu benim için daha önce yaptığım tüm iyiliklerin yerini tutmada yeterli olacaktır”.
Şeyh Muhammed Alaeddîn’in İlme Verdiği Önem, Yasaklı Dönemlerde Gösterdiği Cesaret ve Gazneli Sultan Muhammed b. Sebüktekin Örneği
Şeyh Muhammed Alaeddîn’in, Şeyhinin vefatından sonra Arapça tedrisat yapılan Medreseler, Hangâh ve tekkeler kapatılınca, evini Bitlis’ten Oxîn köyüne naklederek daha önce yaptığı gibi burada da ders vermeye, eser yazmaya ve irşada gizli bir şekilde devam etmiş ve şöyle demiştir: “İnsanların malları üç kısımdır. Birincisi; arazi, akar, bahçe, ev, hayvan ve benzerleridir. İkincisi; sergi, halı-kilim ve diğer mefruşattan oluşan ev mobilyasıdır. Üçüncüsü de kitaplardır. Kitaplar benim için bütün mal türlerinden daha sevimlidir. Kitaplarım hep öğrencilerimin elindedir, onlar kullanıyorlar. Çünkü Hükümetin Arapça ilimler üzerindeki baskısından dolayı Arapça kitaplar bulunmuyor. Bundan dolayı talebeler bazen bu kitapları yere bırakma ve özen göstermeme gibi hoşumuza gitmeyen şeyler yapsalar da ben bu kitapları onların istifadelerine sundum. Allah, ‘en çok sevdiğiniz şeyleri başkasına vermedikçe tam iyilik etmiş sayılmazsınız’ dediği için ben de en çok sevdiğim şeyler olan kitaplarımı talebelere veriyorum ve ‘olsun, isterse böyle itinasız kullansınlar’ diyorum”.
Şeyh Muhammed Alaeddîn’in Hazret Nezdindeki Yeri ve Tercümanlığı
Hazret, Şeyh Muhammed Alaeddîn’e dilin anlatamayacağı ve hiçbir kalbin idrak edemeyeceği ölçüde son derece muhabbet beslerdi. Üstad Molla Muhammed Baki Norşînî şöyle diyor: “Bazı halifeler Norşîn’e geldiğinde ve biz Hazret’e ‘falan halife gelmiştir’ diye haber verdiğimizde, ‘hoş gelmiş selametle gelmiş’ derdi ve Divan’a geldiği mutat zamandan önce kalkıp gelmezdi. Fakat Şeyh Muhammed Alaeddîn’in geldiğini haber verdiğimizde buna çok sevinir ve ‘hoş gelmiştir’ diyerek hemen ayağa kalkıp Divan’a gelirdi”.
Türkçeden başka bir dil bilmeyen bazı kimseler Hazret’i ziyaret etmeye geldiklerinde ve Şeyh Muhammed Alaeddîn o an hazır olmadığında, diğer bazıları onlarla Türkçe konuşur, fakat maksadı ifade etmekten uzak bir Türkçeydi bu. Hazret bundan dolayı Şeyh Muhammed Alaeddîn’i kast ederek, “ne yapayım, benim lisanım yanımda değildir!” derdi.
Şeyh Muhammed Alaeddîn’in İzmir’e Sürgünü, Sürgünde de İlim Okutması, En Yakın Arkadaşı Molla Mahfuz, ve Diğer Sürgün Anekdotları
Osmanlı Saltanatı ortadan kaldırılıp Cumhuriyet kurulduktan sonra Hükümet ile memleketteki reisler ve vatandaşlar üzerinde nüfuzlu olan kimseler arasında kavgalar başladı ve taraflar arasında ilişkiler bozuldu. Bu bağlamda Şeyh Said’in 1925 yılındaki kıyamından dolayı sürgünler yaşandı. Hükümet bu bu konuda eylemde bulunanla bulunmayan masumlar, âlimler ve mürşidler arasında ayrım yapmadan muhalif gördüğü her kese baskı uyguladı; her kesi aynı tırpanla biçti, aynı sopayla aynı vadiye sevk etti. Hükümet bu bağlamda Seyyid Sibğatullah ailesinden Seyyid Abdullah ve oğlu Seyyid Ahmed’i; Şeyh Abdurrahman Taxî ailesinden Şeyh Muhammed Masûm ve Sultan Veled’i; Şeyh Muhammed Hazîn el-Fersafî Ailesinden de Şeyh Abdullah’ı İzmir şehrine sürgün etti. Diğer zor anlarda Şeyh Muhammed Alaeddîn’in yanında olan has dostu Bitlisli Molla Mahfuz bu sürgünde de onun yanında idi. İzmir’e sürgün edilenler uzun yıllar kaldıkları burada hepsini içine alacak büyük bir ev kiralayıp yerleştiler. Şeyh Muhammed Alaeddîn burada da ders vermeye devam etti. Molla Mahfuz ve Sultan Veled de onun yanında okuyorlardı. Buradaki âlimler de çevrede ünü yayılan Şeyh Alaeddîn ile çoğunlukla bir araya gelirlerdi. Bu âlimlerden biri Şeyh Alaeddîn’e kitaplarda geçen birçok zor ibareyi gösterince Şeyh Alaeddîn ona, “ bununla bizi imtihan mı ediyorsun?” diye sorunca, bu âlim “Estağfirullah, senden istifade etmek istiyorum” diye cevap vermiştir. Şeyh bu kez, “benim bu işin ehli olduğumu nereden biliyorsun?” deyince, bu âlim daha önce bahsedildiği gibi şu cevabı vermiştir: “Bir grup âlim ile beraber Kahire’ye gelişinden beri seni tanıyorum. Kahire’deki hocalarımız size müşkül bazı ibareleri sordular. Bir kısmına sen cevap verdin, bir kısmına da hocan”.
Seyyid Ahmed de şöyle demiştir: “İzmir’de bulunduğumuz sırada arkadaşlar dolaşmak için çarşıya giderlerdi. Ben ve Şeyh Alaeddîn ise evde kalırdık. İkimiz çarşıya gitmeyi sevmezdik. Şeyh bana, ‘Ahmed! Biz de evde bir şeylerle meşgul olalım’ dedi ve yırtık kitapları onarmak için bazı araç gereçleri satın aldık. Şeyh, mescitten getirdiğimiz dağılmış Mushafları düzene koyup onarıyor, ben de birer birer ona yardım ediyor ve mescide iade ediyorduk. O sıralarda İzmir valisi daha önce Bitlis’te valilik yapan Kâzım Paşa idi. Bu vali İzmir’e tayin edilmiş ve şeyhler de buraya sürülmüşlerdi. Kâzım Paşa bize, ‘eğer bugün durum ben Bitlis’te valilik yaptığım zamanki durum olsaydı kimin sürgün ve göç edilmeyi hak ettiğini biliyorum, fakat Allah böyle dilemiştir’ dedi”. Şeyh Muhammed Alaeddîn, Seyyid Abdullah ve Molla Mahfuz daha sonra Hükümetin verdiği resmî izinle İstanbul’a gittiler ve o sıralarda İstanbul’da bulunan Verkanisli Ahmed Ağa el-Karitî’ye misafir oldular. Ahmed Ağa onları karşıladığında ‘ben hepinizin bana misafir olmanızı isterim, fakat şu kardeşimiz Hizanlıdır ve Seyyid Abdullah’ın kendisine misafir olmasını istiyor’ dedi. Bunun üzerine Seyyid Abdullah onun evine; Şeyh Alaeddîn ve Molla Mahfuz da Ahmed Ağa’nın evine gittiler. Ahmed Ağa burada Şeyh’e, ‘bana himmet buyurmanı ve dua etmeni rica ediyorum; bundan sonra günah işlememek için huzurunda tövbe etmek istiyorum’ deyince, Şeyh (k.s.) ona, ‘inşallah bundan sonra günah şeyleri yapmazsın’ diye cevap verdi. Ahmed Ağa gerçekten kesin bir şekilde tövbe etti ve birkaç gün sonra Miryanisli bir hizmetçisi tarafından öldürüldü. Bunun üzerine Seyyid Abdullah şaka yoluyla Şeyh Alaeddîn’e, ‘Ahmed Ağa iyi bir insan olmasına rağmen bir daha günah işlemesin diye onu öldürdün’ diyordu”.
Şeyhler İzmir’de sürgünde iken onların tüm gelir gider işleri Şeyh Muhammed Masum tarafından yürütülürdü ve bu işlerde liderleri oydu. Şeyh Alaeddîn çoğu kez Şeyh Masum hakkında şöyle derdi: “Allah onu tüm işlerinde güçlü ve cesur yaratmıştır. İstediği her şeyi Allah ona müyesser kılıyor; yaptığından geri kalmıyor”. Bir defasında Molla Mahfuz’a, “İzmir’de durumunuz nasıldı? Aynı meşrebe ve mizaca sahip âlimler olduğunuz için orada sıkılmamanız gerekirdi” diye sorulmuş, Molla Mahfuz şu cevabı vermiştir: “Eğer sürgünümüzün sadece bu iki sene olacağını bilseydik bu iki seneyi bayram sayardık. Fakat ömrümüzün sonuna kadar burada sürgünde kalacağımızı sandığımız için ara sıra biraz sıkılıyor ve rahatsızlık duyuyorduk”.
Bu şeyhler İzmir’de bir buçuk yıl sürgünde kaldıktan sonra Hükümet onların ailelerini ve çocuklarını da sürgün etme emrini çıkardı. Bunlardan biri kendi ailesini kendisi nakletseydi ne ala, bunu yapamadığında ise Hükümet onun ailesini zorla naklediyordu. Bu bağlamda Üstad-ı Azam’ın ve Şeyh-i Ekber’in aileleri zorlanmaksızın Diyarbakır’a intikal ettiler ve az bir süre orada kaldılar. Hükümet daha sonra kanunu değiştirip sürgünde olanların memleketlerine dönebileceklerine ilişkin af çıkarınca geri döndüler.
Şeyh Muhammed Alaeddîn’in Sürgün Dönüşü
Gaziantep Cezaevine Gönderilmesi ve Cezaevinde de İlim Okutması
Sürgün edilen şeyhler döndükten sonra Hükümet herhangi bir ağaya yönelik yaptığı gibi onları da kuşatmaya aldı. Şeyh Alaeddînî de kardeşi Şeyh Muhammed Cüneyd, arkadaşı Molla Mahfuz, amcasının oğlu Üstad Molla Abdulhadi, Üstad-ı Azam Ailesi’nden Şeyh Muhammed Masum ve Üstad Molla Muhammed Baki ile diğer bazı âlim ve ileri gelenlerle birlikte Gaziantep’te cezaevine konuldular.
Bu bir yıl üç ay hapis yatıkları bu cezaevinde de Şeyh Alaeddîn daha önce yaptığı gibi ders vermeye devam etmiş; Şeyh Fetî Şeyhanî bu cezaevinde Şeyh’in yanında “Nûru’l-Ebsâr” adlı kitabı okumuştur. Bu kitap tamamlandığında, Şeyh “artık bizi serbest bırakıp salıvermeleri gerekir” diyerek temennisini dile getirmiş ve gerçekten onları serbest bırakmışlardır. Şeyh burada hapisteyken de muhtelif yerlerden ve köylerden, hatta Suriye’den bile birçok insanı irşad etmiştir. Şeyh bu irşadı hem Büyük Rus Savaşı sırasında memleketimizden Suriye’ye giden âlimler vasıtasıyla, hem de ziyaretçi olarak cezaevine davet ettikleri vasıtasıyla yapmıştır. Onu ziyarete gelenlerle beraber havas ve avamdan çok sayıda dostları da vardı ve bunlar Şeyh’ten tövbe alırlardı.
Şeyh Muhammed Alaeddîn’in Örfi Mahkemeye Çağrılması ve Vefatı
Bitlis’te Örfi Mahkeme açılır. Düşenin kurtulamadığı gaddar bir mahkemeydi. Şeyh Muhammed Alaeddîn ve Molla Mahfuz bu mahkemeye çağrılırlar. Bağlılarından biri Şeyh’i görmeye gelmiş fakat Şeyh mahkemeye gittiği için onu bulamamıştı. Bunun üzerine büyük bir çığlık atarak kendini mescide atmış ve şöyle demiştir: “Allahım, Şeyh’i bu tehlikeden kurtar ve beni ona feda et!” Bu kişi bunu dedikten sonra aniden hastalanmış, köyü Kosfarik’e ulaşmadan vefat etmiş ve Oxîn köyünde defnedilmiştir. Şeyh bu mahkeme belasından 40 gün sonra kurtulmuştur. Son hastalığında şöyle demişti: “Ben çok defa hastalandım. Fakat bu hastalığımdaki baş ağrısı gibi bir baş ağrısı görmedim”. Şeyh eski hesaba göre 1365 Rumi yılının Kanun-i Evvel ayından geçen 6 günün 6. gününde öğle vaktinde vefat etmiştir. Bu tarih, hicri olarak 1369 yılının Safer ayının 28. günü olan Pazartesiye denk gelmektedir.
Şeyh Muhammed Mazhar
Hicri 1331 yılında doğan Şeyh Muhammed Mazhar, medrese tahsilinin tümünü babasının yanında görmüş, icazetnamesini de babasından almıştır. Babasının ona verdiği icazetname naklî ve aklî bütün kitapları kullanmayı ve Fıkhî fetvaları vermeyi içeren geniş kapsamlı bir icazetnamedir. Kendisi de birçok kişiye icazetname vermiştir.
Nakşibendî Tarikatıyla ilgili bütün amel ve riyazetlerini babası Şeyh Alaeddînîn yanında tamamlayan Şeyh Muhammed Mazhar, kendisi de Nakşibendî Tarikatında birçok kişiye halifelik vermiştir. Onun şu dört oğlu vardır:
-Rahmetullah
-Hikmetullah
-Ataullah
-Safvetullah
İkisi de âlim olan Hikmetullah ve Safvetullah’tan özellikle Safvetullah derin araştırmaları olan müdakkik bir âlimdi. Sabrullah adında bir oğlu olan Safvetullah
İlim erbabı arasında yaygın olan birkaç üstün nitelikli eseri de vardır. Fakat babasından sonra ancak bir yıldan da az bir süre yaşadı. Vefat tarihiyle ilgili şöyle denilmiştir:
Der hezar û çar sed û deh te li dilê me daye tîx
Tîxê tarîxa fîraq e lew dikin pir nalenal
Eserleri: Şeyh Muhammed Mazhar, mahir bir âlim olup, nitelikli eserleri ve birçok fetvası vardır. Ortaya çıkan her müşkülün halledilmesinde onun âlimlerce makbul görülen katkıları mevcuttur. Sıkıntılara göğüs germede sabırlı olan ve halimlikte örnek gösterilen bu zat, Nakşibendî Şeyhleri ve diğer bazıları hakkında uzun bir kitap yazmış ve bu kitapta Nakşibendî Tarikatının adabını doyurucu bir şekilde açıklamıştır. Bilinen eserleri şunlardır:
1)en-Nehcetü’z-Zekiyye fî Adâbi’t-Tarîkati’n-Nakşibendiyye,
2)Risaletün fî Hakki’l-İskât,
3)Risaletün fi’t-Tasavvuf,
4)Risaletün fi’l-Kader ve’l-Kadâ,
5)Mektûbat.
Prof. Kadri YILDIRIM KÜRT MEDRESELERİ VE ÂLİMLERİ ESERİNDE ALINMIŞTIR.
gaziantep escort,gaziantep escort
başakşehir escort,ikitelli escort,güneşli escort,kayaşehir escort,bağcılar escort,esenler escort,eyüp escort,güneşli escort,kumburgaz escort,topkapı escort
flyjota.com Deneme bonusu veren siteler Deneme bonusu veren siteler Deneme bonusu
deneme bonusu bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler