Herhangi bir insana bir değer olarak “söz-söylem/e” bağlamında, ”Doğruluk nedir?” diye soracak olursanız size vereceği cevap, “Söyledikleriyle kandırmamak” yani yalan söylememek şeklinde olacaktır. Doğrudur da.
Bir fakihe aynı soruyu sorduğunuzda alacağınız cevap hemen hemen aynı minvalde olacaktır: doğru konuşmak, sözünde durmak, söyledikleriyle hile yapmamak…
Fakihler, beşeri münasebetlerden hareketle doğru konuşma, hilesiz söz/ticaret, verdiği sözü tutma gibi insanların bilerek ve isteyerek birbirlerini yanıltmamalarına, kandırmamalarına kavram olarak “doğru/luk” derler.
Tabi ki doğruluk aynı zamanda kandırmamayı da içerir, sözünde durmayı da. Bu sebeple fakihlerimizin insani münasebetleri esas alarak böyle bir doğruluk tanımına varmaları yanlış değildir. Ama eksiktir!..
Kelamcılara aynı soruyu sorduğumuzda alacağımız cevap fakihlerimizin tanımından biraz farklı olacaktır. Kelam alimleri bilhassa itikada taalluk ettiği için doğruluğu, “sözün yalansızlığı” ile birlikte “samimi olma” yahut “sözüne bağlılık” üzerinden tanımlayacaklardır: sıdk. İmana konu olan meselelerde haklı olarak “doğru/cu/luk” üzerinden yapacakları tanımlarla sonuca varırlar Kelamcılar. Ama bu tanım da eksiktir.
Burada Kelam ve Fıkıh alimlerini yanlış bulduğumu söylemiyorum. Ancak doğruluk/sıdk kavramına ve olgusuna kendi alanları için yeterli mana vermiş olsalar da daha kuşatıcı mana vermeleri hususunda eksik kaldıklarını ifade etmekle hadsizlik yapmadığımı umuyorum.
Mesela bir mimari esere baktığımda ancak görselde göze hoş gelen kısmı görebilirim ve bu eser hakkında konuşurken anlatacaklarım, yorumum eksik ve de hatalı olsa da anlattıklarım doğru kabul edilir. Ama aynı eseri inceleyen bir uzmanın yorumu benim yorumumdan dağlar kadar farklılık arz edebilir.
Doğru, ama nasıl?
Doğruluk/sıdk, kişinin sadece “doğru sözlü” olması ile açıklanırsa ister istemez tanım eksik kalıyor.
Mesela;
Tarih boyunca insanlar Peygamberlerine itiraz ederlerken ille de onların (hâşâ) yalancı olduklarını iddia etmiyorlardı. Efendimiz (sav) Ebu Süfyan ya da Ebu Cehil tarafından “yalancı” diye itham edilmemiştir. Resul-i Ekrem’in yalan söylediğini söyleyen çıkmadı lakin müşrikler için ortada doğru olmayan bir durum da yok değildi. Bu sebeple müşrikler Resulullah (as) için “Büyülenmiş/sihr”, “cinlenmiş/mecnun” ya da “Şair” yakıştırmasında bulunuyorlardı.
Ayrıca,
Bireyin yalan söylememesi kimi konularda söylediklerinin doğru olduğunu gerektirmeyebilir. Bir insan doğru sözlü olabilir, aynı zamanda doğru söylediği bir mesele “doğru” da olmayabiliyor.
Çelişkinin farkındayım; yalan olmayan, ama aynı zamanda doğru da olmayan bir ifadenin nasıl mümkün olabileceğini merak ediyorsanız amacıma ulaşmış sayılırım.
Çevremizde tanıdığımız insanlar vardır, yalan söylemediklerine kefil olduğumuz insanlar. Bir haber getirdiklerinde, bir olayı anlattıklarında, kendileriyle ilgili bir konuyu konuştuklarında inanarak söylediği, doğru bildiği ve fakat doğru olmayan o kadar çok husus var ki…
Mesela, kendisini Mesih ya da Mehdi zanneden kimi sağlık problemleri yaşayan insanların yalan söylemediklerini biliyoruz ancak söylediklerinin doğru olmadığını da kabul ediyoruz. Ortada doğru olmayan bir iddiası var ama iddia sahibinin özel durumundan dolayı yalan söylemediği de bir gerçek.
Yine bir insan, yolda yürüyen bir adamın, aslında tozlu elini silmek için bir çocuğun başına sürmesini, “Çocuğun başını okşayarak onu sevdi” şeklinde anlatması onun yalan söylediği anlamına gelmese de onun doğruyu anlattığını söyleyemeyiz.
Ya da gördüğü serabı anlatan kişinin sözlerinin yalan olmamasıyla birlikte anlattıklarının doğru olmadığı da bir vakıa.
Ayrıca, kişi doğru söylediği halde doğrunun bütününü anlatmayınca yine anlatılanın yalan olmaması ile birlikte doğruyu (tam olarak) temsil etmediği de bir gerçek…
O zaman ne?
Kişinin doğru sözlü olması, söylediklerinin de doğru olduğunu zorunlu kılmıyor.
Doğru(luk) yani sıdk, kişinin doğru sözlü olması, doğru söylemesi ile birlikte doğruyu söylemesi ile açıklanabilir.
Kişinin “Doğru söylemesi” onun “kendisi” ile “kendisinin sözündeki doğruluğu” ile alakalıdır. “Doğruyu söylemesi” ise “kişinin anlattığı/söylediği mevzunun doğru olması” ile alakalıdır.
Yani hem doğru söylemesi hem de doğruyu söylemesidir doğruluk. Böylece kişinin sözü itibariyle yalancı olmaması ile birlikte anlattıklarının da doğru olmasını gerektirir.
Burada sorun kişinin yalan söyleyip söylemediği değil, zaten mevzumuz bu değil, lakin kişinin “doğruyu söylemesi” ancak “anlatılanın doğruluğu” ile ilgilidir.
Bir ahlak olarak doğruluk meselesini sıkça işleyeceğiz biiznillah…
başakşehir escort ,ikitelli escort ,güneşli escort ,kayaşehir escort ,bağcılar escort ,esenler escort ,eyüp escort ,güneşli escort ,kumburgaz escort ,topkapı escort