Bugun...


Sait Bayram

facebook-paylas
Her daim alan değil, veren el olabilelim!
Tarih: 06-05-2021 00:03:00 Güncelleme: 06-05-2021 00:03:00


Zekât, iman edenler için bir şifadır. Allah Rasulü’nün “İnsanoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü de ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz” sözü, insanoğlunun doyumsuzluğunu, dünyalık kazanma, mal biriktirme hırs ve arzusunun ne kadar kuvvetli olduğunu ortaya koyar.

Zekât, mal biriktirme hırsına karşı mülkün sahibinin Allah olduğunu hatırlamamızı sağlayan harika bir ibadettir. Verebilmek bile bir lütuftur, herkese nasip olmaz. Allah bizleri lütfuyla öyle nimetler versin ki her daim alan değil, veren el olabilelim.

Bugün bir rapordan veriler ve çıkarımlarla söze başlamak istiyorum. Küresel Adaletsizlik Dünya Yoksulluk ve Eşitsizlik Raporu’na göre dünyadaki en zengin 42 kişinin mal varlığı, dünya nüfusunun yüzde 50’sine tekabül eden 3.6 milyar insanla eşittir; en zengin 10 ülkenin geliri de en fakir 10 ülke gelirinin tam 77 katıdır. Küresel adaletsizliğin bu kadar rahatsız edici boyutlarda olması ve servetin bu kadar adaletsiz paylaşımı beraberinde yoksulluk, çatışmalar, açlık gibi başka sosyal problemlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Dünyada aç ve yoksul insanların bulunması kaynak eksikliği sebebiyle değil, mevcut zenginliğin ve fırsatların adil bir şekilde dağıtılmaması sebebiyledir.

İslam’daki ibadetler yalnızca bireysel değil, aynı zamanda da toplumsaldır ve birbirimizle ilişkilerimizi düzenler demiştik. Zekât da yukarıda anlatılan soruna karşı Yüce Rabbimizin tedbir olarak koyduğu bir ibadettir. Amacı zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olduğu bir düzenin önüne geçmek, sosyal dayanışma ve adaleti sağlamaktır. İslam, Hz. Âdem ile başlayan, bütün peygamberlerle devam eden ve Hz. Muhammed (sav) ile kemale eren bir dindir. Allah dinin son temsilini bir ticaret kentinde tacir bir peygamber üzerinden bizlere tebliğ ettirdi. Böylece Batı’nın henüz tarım toplumu olduğu yıllarda Müslümanlara ticaret yapmayı, helal ve temiz kazanmayı ve kazandıklarımızı bölüşmeyi öğretti. İslam’ın en temel beş göstergesinden biri olan zekât ibadeti de bunun en önemli tezahürüdür.

Zekât vermek için bir toplum zengin olmalı, ticareti elden bırakmamalı, güçlü olmalıdır. Böyle olursa o toplum, özgürlüğünden asla ödün vermez ve helal kazanmayı ticarette prensip haline getirir. Çünkü temiz olmayan maldan zekât verilmez ve zekât da sanıldığı gibi malı değil, insanı temizler. Kuran-ı Kerim’de namaz kelimesi, pek çok yerde zekâtla birlikte kullanılır. “İman edenler, namazını kılan ve zekâtını verenler” ibarelerinin sıralı bir şekilde yer alması, zekâtın ibadetler içerisindeki yerini ortaya koyması açısından önemlidir. Zekât, iman edenler için bir şifadır. Allah Rasulü’nün (sav) “İnsanoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü de ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz” (Buhari, Rikak, 10) sözü, insanoğlunun doyumsuzluğunu, dünyalık kazanma, mal biriktirme hırs ve arzusunun ne kadar kuvvetli olduğunu ortaya koyar. Zekât, mal biriktirme hırsına karşı mülkün sahibinin Allah olduğunu hatırlamamızı sağlayan harika bir ibadettir.

Yüce Rabbimiz “Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir” (Haşr, 59/9) buyurarak insanın kişiliğinde yer eden cimrilik hastalığından kurtulması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Kişi, zekât vermek suretiyle cimrilik hastalığından kurtulmakla kalmaz, aynı zamanda da kendisini cömertliğe alıştırır ve Yüce Allah’ın övgüsünü kazanır.

Bedenin şükrü olduğu gibi, elde edilen malın da şükrü vardır. Efendimiz (sav), “Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur” (İbn Mâce, Sıyâm, 44) buyururken insanın sahip olduğu her bir nimete karşı şükretmesi gerektiğini vurgular. Bu anlamda zekât, Allah’ın verdiği mala karşı şükür ifadesidir. Orucun insan bedenini maddi ve manevi olarak temizlemesi gibi, zekât da insanı arındırır, bela ve musibetlere karşı ona korunak sağlar. Hz. Peygamber (sav) “Mallarınızı zekât vererek koruma altına alınız” buyurarak, zekâtın manevî bir kalkan olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca zekâtı verilmemiş bir malın temiz olmadığı, içerisinde ihtiyaç sahiplerinin hakkı olan bir malın akıbetinin hayırlı olmayacağını bizlere bildirmiştir. Zekât, fakirlik sorununa çözüm bulmayı amaçlamakta, Müslümanların güçlü olması gerektiği fikrinden hareketle bir yandan bireyler arasında dayanışma ruhunu, diğer yandan da sosyal güvenlik olgusunu beslemektedir.

Bütün semavi dinlerde muhtaç insanların korunmasına yönelik bazı tedbirlerin alındığı ve zekâtın emredildiği görülmektedir (Beyyine, 98/5). Tevrat’ta yabancılara, öksüzlere ve dul kadınlara zekât verilmesinin gerekliliği vurgulanırken, İncil’de zekât vermenin ahlaki görevler gibi gerekli olduğu anlatılmaktadır. Kuran-ı Kerim’de de Yahudilerin zekât vermekle yükümlü tutuldukları, Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakub ve Hz. İsa gibi çeşitli peygamberlere de zekât ibadetinin emredildiği bildirilmektedir.

“Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını” (Bakara, 2/219) ayetiyle ancak belli bir miktarda malı olanların zekâtla yükümlü olduğu bildirilmektedir. Aynı şekilde Allah yolunda yapılan harcamalarda, “ne elin sıkılığı, ne de büsbütün açık olması” (İsrâ, 17/29) istenmektedir. Müslümanların dengeli hareket etmelerine dönük bu uyarı, Peygamberimizin ashâbına “Zekâtın en hayırlısı, verildikten sonra sahibini muhtaç duruma düşürmeyendir” (Ebû Dâvûd, Zekât, 39) sözünde de ortaya çıkmaktadır. Zekât veren kişi, belirlenen miktarı dağıttıktan sonra fakirleşmemeli, muhtaç hale gelmemelidir. Bu nedenle verilecek zekât miktarı hesaplanırken ailenin temel ihtiyaçları ve ticaret ehlinin demirbaş malzemeleri nisap miktarına dahil edilmemiştir.(Buhârî, Zekât, 45; Ebû Dâvûd, Zekât, 5)

Bir hikâyeye göre adamın biri kuyuya düşmüş, tek başına çırpınıyor ama çıkamıyormuş. En sonunda yoldan geçenlere sesini duyurmuş, yardıma gelenler “Ver elini, ver elini” dese de adamda hareket yok, kuyuda bekliyormuş. Kimse anlam verememiş duruma. Nihayet kuyudaki adamı tanıyan biri gelmiş, “Al elimi, tut elimi” diye seslenmiş, adam elini uzatmış ve kuyudan ancak öyle kurtulmuş.

İşte böyle...

Verebilmek bile bir lütuftur, herkese nasip olmaz.

Allah bizleri lütfuyla öyle nimetler versin ki her daim alan değil, veren el olabilelim!

Kalın sağlıcakla…



Bu yazı 5525 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
YUKARI