Bugun...


Celal Yılmaz

facebook-paylas
SAHABE MEZARLARI VE ÇINAR-DERİK YANGINI
Tarih: 29-08-2024 00:01:00 Güncelleme: 29-08-2024 00:01:00


 

Diyarbakır’ın Çınar ve Mardin’in Derik ilçesinde yaşanan, 15 insanımızın hayatını kaybettiği yangın felaketi, yüreğimizde hale tazı acı bir acı olarak sızlamaya devam ediyor. Böylesine trajik olaylar, yalnızca kayıpların yasını tutmamıza neden olmakla kalmıyor; aynı zamanda adaletin sağlanması için doğru ve tarafsız bir soruşturmanın yürütülmesini de zorunlu kılıyor. Bu süreçte farklı taraflar arasında karşılıklı suçlamalar, bilirkişi raporlarının objektifliği konusunda tartışmalar yaşanması elbette doğal. Ancak burada esas olan, adaletin sağlanması ve yangının gerçek sebebinin ortaya çıkarılmasıdır. Tüm taraflar, bu süreçte bilimsel verilere dayalı, tarafsız ve adil bir yaklaşım sergilemelidir.

Çınar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında hazırlanan ilk bilirkişi raporu, yangının elektrik direklerinden kopan tellerin yarattığı kıvılcımların etkisiyle çıktığını öne sürmüştü. Ancak, bu rapor sonrasında başsavcılık tarafından oluşturulan yeni bir bilirkişi heyeti, farklı bir sonuca vararak yangının elektrikten kaynaklandığının tespit edilemeyeceğini belirtti. Bu durum, kamuoyunda ve özellikle Diyarbakır Barosu’nda çeşitli tepkilere yol açtı. Baro, bilirkişi raporunun objektif olmadığını savunarak itirazlarını dile getirdi ve raporun bilimsellikten uzak olduğunu iddia ederek şikâyet başvurusunda bulundu.

Bence burada sorulması gereken ilk soru şu olmalı: Yangının henüz ilk gününde, üç kişilik bir bilirkişi ekibi saatler içinde yangının elektrikten kaynaklandığını nasıl tespit edebildi? Yangın ve elektrik uzmanlarının yanı sıra akademisyenlerin de yer aldığı genişletilmiş bilirkişi ekibinin hazırladığı rapora itiraz eden kişi ya da kurumlar, neden aceleyle hazırlanmış bu ilk rapora itiraz etmedi de nihai rapora itiraz ediyor? Bu soruya mantıklı bir cevap bulamıyorsak, konuyla ilgili yürütülen tartışmaların gerçeklikten tamamen kopuk olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

***

Bununla birlikte, Diyarbakır’da Sur bölgesinde yaşanan olaylar sonrası ortaya çıkan imar ve restorasyon çalışmaları da önemli bir başka tartışma konusu. Sur’un yeniden inşa süreci, tarihin ve kültürün korunması açısından büyük bir önem taşıyor. Ancak bu süreçte, kentin tarihi dokusunu koruma ve restore etme çabalarının bazı yerlerde yetersiz kaldığı gözleniyor. Özellikle tarihî yapılar ve türbelerin durumu, bu konuda daha fazla dikkat ve özen gösterilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

Bir şehrin yeniden inşası, yalnızca modern yapılarla değil, aynı zamanda geçmişine saygı gösterilerek, tarihî yapıların aslına uygun bir şekilde restore edilmesiyle anlam kazanır. Sur’da yapılan bazı yeni binalar, Diyarbakır’ın özgün mimarisine uygun olduğunu iddia ederken, tarihî türbelerin ve mezarların bakımsız bırakılması bu sürecin önemli bir eksikliği olarak karşımıza çıkıyor. Taşları üst üste koyarken maneviyatı yok sayarsanız sağlamlaştırdığınızı sandığınız şeyleri manasızlaştırırsınız.

Evet, dikkatleri tam olarak, ben de dikkatleri Mîr Seyyaf'a ve Türbâ Spi'ye çekmek istiyorum. Yetkililer hiçbir şey yapmıyorsa şehrin, kendinde iz bırakanlara sahip çıkmasına müsaade etmeli.  Hacı Bayram Veli hazretlerinin şu sözlerini ise asla akıllarından çıkarmamalılar: “Nagehan ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm / Ben dahi bile yapıldım taş u toprak âresinde.”

***

Bu iki konuyu neden birlikte ele aldığımı soracak olursanız… Kulağa nasıl gelecek bilmiyorum ama bu sorunun cevabı şu: Basit bir kafiye sebebiyle. Zira yakımlar akabinde talep ettiğimiz hakkaniyetli tavrı, yapımlar hususunda da talep etmeliyiz. Çünkü hakkaniyet, yalnız bir alana münhasır kılındığı anda yok olur. Allah muhafaza…



Bu yazı 1980 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
HABER ARA
YUKARI