Bugun...


İhsan Yaşar

facebook-paylas
1.DÜNYA SAVAŞI-OSMANLI İMPARATORUĞU-RUSYA –TÜRKİYE…(6)
Tarih: 11-10-2020 18:56:00 Güncelleme: 11-10-2020 18:56:00


(…) “ Halk arasında herkes babasının künyesi  üzerinde değil de annesinin künyesi üzerinden okunuyordu!..” diye bir önceki yazımıza bir virgül koyarak bitirmiştik.

Ataerkil bir aile yapısına sahip olan Osmanlı tebaası neden babasının ismi ile değil de annesinin ismi ile anılıyordu!? Savaştan savaşa giren Osmanlı Devleti ve tebaası artık savaşlardan bıkmıştı. Osmanlı Devletinin egemenliği altında bulunan topraklarında neredeyse genç ve orta yaşta erkek kalmamıştı. Askere gidenlerin büyük bir kısmı ya şehit oluyor ya da salgın hastalıklardan dolayı vefat ediyorlardı. Bu yüzden babasız yetim büyüyen çocuklar annelerinin ismi ile anıyorlardı. Bu konuyla ilgili daha evvelki yazılarımda da kısmen değinmiştim. İnşallah, ileriki günlerde fırsat bulursak bu konu daha detaylı enine boyuna işlemeye çalışacağız. Bu girizgâhtan sonra şimdi tekrar Osmanlı İmparatorluğunun değer kayıplarını kaldığımız yerden yazmaya devam edelim. İmparatorluğun değer kayıplarından nüfuz, toprak ve nüfus kaybını geçen yazılarımız da kısmen yazmıştım. Şimdi de yönetim kaybı, strateji kaybı ve ekonomik kayıplarını yazmaya çalışalım.

1-4) Yönetim şeklinin değişmesi: Osmanlı İmparatorluğu, adını devletin kurucusu olan ve hanedana da ismini veren Osman Gazi’den almıştır. Devletin kuruluşundan yıkılışına kadar geçen altı asırlık uzun dönemde tahta geçen 36 padişahın tamamı Osmanlı hanedanına mensuptur. İmparatorluk yıkılana kadar bu hanedana mensup padişahlar tarafından yönetilmiştir. Bu nedenle tarihî kaynaklarda Osmanlı Devleti’nin adı Devlet-i Âl-i Osman olarak geçmektedir. Altı yüz yıllık bu imparatorluk, tek bir ailenin adıyla anılır. Tarihte Osmanlı hanedanı kadar uzun ve kesintisiz iktidarda kalan başka bir hanedan bulunmamaktadır. Bu durumun Osmanlı hanedanı için gerçekten önemli bir başarı olduğunu kabul etmek gerekir. Altı yüz yıllık tarih boyunca, “hanedan politikaları” ile “devlet politikaları” iç içe geçmiş ve birbirinden ayrılmaz hale gelmiştir. Bu kadar uzun zaman içinde çok şey değişmiş, ancak temel özellik olan babadan oğula geçen padişahlık, yönetim hakkı değişmeden kalmıştır.                                                                                                                                 Osmanlı Devleti;  Şer’î ve örfî hukukun birlikte uygulandığı bir hukuk sistemine sahipti. Monark ve merkeziyetçi bir yönetim tarzına sahip olan Osmanlı Devletinde bütün güç padişahtaydı. Yasama, yürütme ve yargı yetkilerini elinde bulunduran padişah, devlet yönetiminde tek otorite olup, ortak olunamaz bir iktidara sahipti. Osmanlı Devletinde, padişahın otoritesi ve merkeziyetçi yönetim anlayışı, kul ve tımar sistemleri aracılığıyla merkezden taşradaki sınır bölgelerine kadar imparatorluğun her tarafına etkin bir şekilde götürülebilmekteydi. Merkeziyetçi yönetim anlayışını geliştiren Osmanlılar, ülkenin sahibi olarak, padişahı ve erkek çocuklarını kabul etmişlerdir. Osmanlı padişahları/ sultanları, özellikle diplomatik yazışmalarda ve dokümanlarda kendileri hakkında çok zengin bir terminoloji kullanmışlardır. Halife unvanından çok sultan unvanını kullanan Osmanlı sultanları, bu unvanlar dışında Padişah, Şehinşah, Han, Hakan, Hüdâvendigâr, Bey, Gazi, Emir, Kayzer – i Rum… gibi haşmet, büyüklük ve ululuk ifadesi olan unvanları da kullanmışlardır. “Hâdimü’l- Harameyni’ş-Şerîfeyn” unvanını da kullanan Osmanlı Devleti, kullandığı bu unvanların çoğunu resmi belgelerde, şer’î ve örfî unvanlar olarak iki kısımda kullanıldığını belirtmek gerekir.                                                                                                            

1789 Fransız ihtilali ile başlayan ulus devlet anlayışı ile beraber, İmparatorluk bakiyesi içerisinde yaşayan çok değişik halklar, dinler, mezhepler yönetime kendi varlıklarının, iradelerinin yansıması için tebaası, kulları oldukları imparatorluklardan birtakım haklar istemeye başladılar.

18.Yüzyıldan itibaren Avrupa;  yaptığı yeni keşifler sonucu bulduğu yeni deniz yolları, buhar gücünün üretimde ve taşımada kullanılması, sanayinin gelişmesi, mal akışında farklılaşma, Avrupa’nın “Kolonyaliz ve sömürgeciliğe “ dayalı yaptığı fiili veya ticari işgaller sonucu elde etiği ekonomik güç ile İspanya, Portekiz, Venedik, İngiltere ve Fransa… gibi devletler artık yeni dünyanın tartışmasız yeni  patronlarıydılar. 18.yüzyılda itibaren Avrupa’nın gerisinde kaldığını anlamış olan Osmanlı devleti bu geri kalmışlıktan kurtulmak için batı(!)  tarzı birtakım yenilikler yapmaya başlamış ise de bu yenilik hareketleri çoğu zaman( istisna hariç)Osmanlı devletinde mevki, makam ve ekonomik çıkar elde eden Bab-ı Ali’nin “Statüko” cu,  bürokrasisi tüccarları tarafından akamete uğraması için ellerinden geleni yapmışlardır. Yapılan yeniliklerin başarısız olması için her türlü hileyi, yalanı ve manipülasyonu yapan bu statükocu çeteler, yenilik hareketlerini engellemek için; yapılan her yeniliği  “Kâfir!”, ”Gâvur!” icadıdır, bu yenilikleri yapan padişah ve vezirler için de ; ”Din düşmanı “  , “ Gâvur ”  ( II. Mahmut’ a Gâvur padişah denilmesi gibi.) diye itibarsızlaştırma propagandaları yaparak, halkın dini duygularını sömürerek, halkı galeyana getirmişler ve çoğu zaman da cebren güç kullanarak,  yenlikleri yapmak isteyen padişah ve vezirlerin kellesini almışlardır.

Evet; bu yenilik hareketleri her ne kadar zamanın ruhunun gereği olsa da, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya… gibi zamanın güçlü devletleri,  Osmanlı tebaası olan 10 milyon gayri Müslim Osmanlı vatandaşının haklarını bahane ederek, bu azınlıklara haklarının verilmesi için Osmanlı Devletinin üzerinde baskılarını sürekli sıklaştırıyordu. Osmanlı bu baskılardan ve bu baskıların bahane edilerek iç işlerine müdahale edilmesinden kurtulmak için bu yenilikleri yapmak istiyordu. Aslında, Osmanlı Devleti de bu kötü gidişatın farkındaydı ama savaş yorgunu olan imparatorluk öyle bir haldeydi ki tıpkı Rusların dediği gibi, evet; Osmanlı sadece  “Hasta Adam” adam değil aynı zamanda ,”SEKRAT” taydı yani can çekişiyordu. Osmanlı imparatorluğunun kayıtsız ve şartsız hâkimi olan Padişah ve ailesi (Hanedan) aslında sarayda çoğu zaman bu “Çete” lerin esiri durumundaydı. Günümüz modern hukuk normlarına göre devlet iktidarının, belli bir kişi veya zümreye değil millete ait olmasını öngörmekteydi. Fransız ihtilali ile fiiliyata geçirilmeye çalışılan halk iradesinin yönetime yansıması düşüncesi ve fikri dünyadaki bütün imparatorlukları etkilemiştir. İmparatorluklar bu yangından en az zararla kurtulmak için mecburen birtakım yenilik hareketlerinde bulunmuşlardır.

Modern Historiyoğrafyanın, Sosyolojinin, İktisattın öncülerinden sayılan, 14. yüz yılın düşünürü ve devlet adamı İbn –i Haldun ‘un da dediği gibi devletlerinde her yaratılan canlı gibi bir ömrü vardır. Ve; imparatorluklar, 1789 Fransız ihtilali ile başlayan ölüm sürecinin nihayet sonuna gelmişlerdi. M.Ö.2234-2150 tarihlerinde Mezra-Botan’ da (Mezopotamya)  kurulan ilk “ HANEDAN ”  imparatorluk devleti olan Akad’lar ile başlayan İmparatorluklar, 1. Dünya savaşı ile birlikte, 4.200 yıl sonra günahı ve sevabı ile birlikte miadını tamamlayarak tarihin karanlık dehlizlerinde sadece arşiv evrakı olarak yer alıyordu… Evet; 1. Dünya savaşı sonrasında; Almanya –Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Rusya hanedan imparatorluklar yıkılarak yerlerinde yeni ulus devletler kurulmuştu. Bu yeni kurulan ulus devletleri artık hanedanlık ile değil, “ Cumhuriyet ”  rejimleri ile kendilerini yöneteceklerdi… Devam edecek. Selam ve dua ile. İhsan Yaşar.

 



Bu yazı 1833 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
YUKARI