Bugun...


İhsan Yaşar

facebook-paylas
1.DÜNYA SAVAŞI-OSMANLI İMPARATORUĞU-RUSYA –TÜRKİYE…(7)
Tarih: 11-10-2020 18:57:00 Güncelleme: 11-10-2020 18:57:00


1.Dünya savaşına, Harb-i Umumi derlerlerdi dedelerimiz, ekonomistler ise 1.paylaşım savaşı… Evet; ismi ne olursa olsun, insanlık tarihinin gördüğü en korkunç savaşların başında geliyordu 1.dünya savaşı. Bütün dünyayı kasıp kavuran o büyük felaketin üzerinden 106 yıl geçmesine rağmen geride bıraktığı acılar hala kimi yerde ağıt, kimi yerde hoyrat, kimi yerde ise dilden dile dolaşan efsanelerde bulur manasını. Geride bırakılan bu derin acıları aradan geçen bunca zamana rağmen hala zihinlerimizde tazeliğini korumaktadır. Ateşin düşmediği ocak yoktur ülkemizde. Büyük bir deprem gibi yerküreyi sarsan bu afetin artçı depremleri günümüzde bile hala devam etmekte, yanlış atılan temeller üzerine inşa edilen yapay-suni devletçikler, cetvelle çizilen ülkelerin sınırları hala çatışmalara, savaşlara, ölümlere ve acılara sebep olmaktadır. En çokta bizim coğrafyamızda hala kargaşaya, kaosa, fakirliğe, sefalete, kana ve ölümlere sebebiyet vermektedir. İleriki günlerde, 1.Dünya savaşının üzerinden 106 yıl geçmesine rağmen nasıl olurda hala bölgemizde artıcı depremlere sebebiyet verdiğini de yazacağız inşallah.

Evet, Osmanlı İmparatorluğu, gerek moral değerleri açısından, gerek, ekonomik, askeri ve idari açıdan adeta felç olmuştu. Koca İmparatorluk çatır çatır kendi üzerine çöküyordu. Çöken imparatorluğun altında kalmamak için adeta herkes kaçıyordu. İtaat ve Terakki kadroları yurtdışına kaçmış, idarede büyük bir zafiyet ve boşluk oluşmuştu. İmparatorluk adeta bir ateş güllesine dönüşmüş ve kendi içinde kendi kendini yakıp yıkıyordu. Bir taraftan, 1. Dünya savaşının galip devletleri; İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya ‘nın başlattığı işgaller, bir taraftan galip devletlerin uzun zamandan beri Osmanlıya karşı kışkırttıkları eski Osmanlı topraklarında ki gayri Müslim tebaanın kendi bağımsızlıklarını ilan etmek için başlattıkları isyanlar, diğer taraftan  yol kesen, halktan haraç isteyen, genel aşlayış ve düzeni bozmak isteyen şakiler, eşkıyalar, komitacılar, kıtlık, yoksulluk ve en önemlisi de hiç kimsenin ne olacağını kestirememesi gibi büyük bir belirsizliğin devam etmesiydi!.. Üç kıtaya hüküm eden koca İmparatorlukta iş çığırından çıkmış, Osmanlı hanedanı bir takım “Yenilikçi(!)lerin ”  adeta oyuncağı haline gelmişti. “ Batı seviciliği(!) fikri ve düşüncesi adeta çağın kılık, kıyafet giyim modasıymış gibi her  (özellikle aydın(!)larımız ve entelektüellerimiz)  giyenin üstüne de “Cuk” diye oturacakmış veya sanki çok yakışacakmış diye bulaşıcı  “Salgın”  bir hastalık gibi yayılıyordu. Batı hayranı aydınlarımız batının fen, teknik ve sanayideki gelişmelerini alacakları yerde onların yaşam tarzını ( giyimi- kılık- kıyafet-yeme-içme- medeni (!)kanunları.. vs)  ve içi doldurulmayan kulağa hoş gelen ütopik, slogana dayalı, halkta pek karşılığı olmayan bir takım propaganda esaslı söylemlerle; 600 yılık Osmanlı imparatorluğunun kültürel – teolojik-ahlaki ve zihinsel değerlerini yok sayarak, tabiri caizse ,“ Eski mahalleye yeni adet “ler getirmeye çalışıylalardı. Elbette bu kötü gidişatın farkında olan birçok aydınımız, din adamımız, yazar-çizer ve devlet adamımız da vardı ama seslerini kimselere duyuramıyorlardı. “Yenilik” çiler her gün yeni isteklerde bulunuyorlardı ama olayların  nereye gideceği, neticenin nereye varacağı konusunda ortak bir akıl, ortak bir tavır geliştiremedikleri için çağın sömürgeci emperyalist devletlerin  “Hasta Adam” diye tabir etikleri Osmanlıyı, kendi evlatları da tıpkı  acemi doktorlar gibi her biri kendini ispatlama, kahraman olma sevdasına veya vatana faydalı olma uğruna hastaya değişik –yanlış- tedavi(!)ler uygulayarak, yapılan her yeni  müdahaleyle  “ Hasta ”nın  “Ölümünü!” hep birlikte daha da çabuklaştırdılar!..                                                    Bu kısa bir durum tespitinden sonra yazımıza geçelim.

1-5. Strateji kaybı. Üç eski kıtayı irtibatlandıran coğrafyayı uzun yıllar elinde bulunduran Osmanlı Devleti, toprak kayıplarıyla birlikte bu stratejisini yitirmiştir. Osmanlı Devleti’nin dünya stratejisini muhafaza edemeyişinde birçok sebep bulunmaktadır. Ancak, beş ana sebep diğer sebeplerin de kaynağı durumundadır. Bunlar; “ İdari yapıdaki istikrarsızlık ve otorite kaybı” , “Ekonominin bozulması”,“ Teknik gelişmelerden uzak kalınması” , “ Ulus Devlet Milliyetçiliği”,  “Eğitimin Yozlaşması” , “Osmanlı tebaasının ırkı, dini, mezhebi..vs açıdan çok çeşitli olması” ve  “ Sömürgeci emperyalist devletlerin Osmanlıyı parçalama fikri ve düşüncesini ”  sayabiliriz. Konular çok iç içe olduklarından dolayı, bir takım konuları daha önceki yazılarımızda yazdığım için tekrar olmaması adına yazmayacağın. Osmanlı Devletinde eğitimin bozulması aslında başlı başına bir tez konusu kadar araştırmaya değer ve önemli olduğundan bu yazımızda kısmen değinmeye çalışacağım.

Devleti’ndeki temel eğitim kurumu olan medreselerin yanında, yabancı ve azınlık okulları dışında, 1728 yılından itibaren batı tarzı okullar da yer almıştır. Medreseler, Tanzimat döneminde revizyona uğratılıp yalnızca din eğitimi yapan kurum hâline getirilmiştir. Bu hâliyle medreseler ; “ ilmi temsil eden” idrakini kaybetmiş, bilgi, irfan ve hikmet ile değil metinler ile ilgilenip onları sadece tekrar edip ezberlemişlerdir. BİLGİ ÜRETİLMEMİŞTİR!  Batı tarzı okullarda ise yalnızca pozitif ilimler öğretilmiş, insanların manevi yönü boş bırakılmış, buradan mezun olanlar ise kendi kültür, adet, anane ve manevi değerlerine adeta düşman olarak yetiştirilmiştir. Dolaysıyla;  eğitimdeki bu ikilik, farklı kutuplarda yer alan insanların yetiştirilmesine sebep olmuştur. Eğitim sistemini bir kuşa benzetirsek, bir kuşun uçması için nasıl iki kanat lazımsa, tek kanatla uçulamıyorsa, eğitim sistemimizde aynen bir kanadı kırık kuş gibi bırakılarak, uçmasına izin verilmemiştir. Bu sebeple de maalesef yerinde sayarak çağın gerisinde kalmıştır. Yabancıların Osmanlı topraklarında açtıkları irtibat bürosu konumundaki okullar ise Osmanlı eğitim kurumlarının tamamen dışında ve kendi ülkelerinin menfaati paralelinde eğitim yapmışlardır. Bu yabancı ülke okullarının sayısı oldukça fazladır. Dış ülkelerin 1911 yılında Osmanlı Devleti’ndeki okul sayısı; 10 Yüksekokul, 46 idadî, 1450 ilkokul olup bu okullarda 61 678 öğrenci okumaktadır. Rumlara ait 3 500, Ermenilere ait ise 2 500 okul bulunmaktadır.

Bu rakamlar, bir taraftan Osmanlı eğitim sistemini çökertirken, diğer taraftan da Osmanlı devletinin bürokrat, aydın, yazar ve hatta “din” adamlarını bile Avrupa’dan ve Rusya’dan salgın gibi yayılan ithal fikirlerin ablukası altına girmiştir. Eğitim sistemimiz batıdan esen bu fikir fırtınaları karşısında maalesef kendi varlığını koruyamamış, sömürgeci emperyalistler fiili işgal başlatmadan önce hedeflerindeki ülkeleri kendi fikir ve düşünceleri ile işgal ederek, o ülkenin fikir ve düşünce yapısını değersizleştirip, itibarsızlaştırıp yerine kendi fikir ve düşüncelerini empoze ederek işgal ediyorlardı!. Osmanlı devletinde eğitim sistemi fiili olarak adeta batının işgali altına girmiş, eskiye dair ne varsa “Kötü” ,”işe yaramaz” , “Çağdışı”  diye itibarsızlaştırılırken, dışardan alınıp getirilen ne varsa “Baş tacı ”edilerek kabul ediliyordu. Bu sebeple Osmanlının 600 yıllık eğitime dair hafızası her geçen gün unutturularak, kendisine ait olmayan, dışardan ithal edilen yeni eğitim sistemlerine mecbur ediliyordu. 600 yıllık birikim ve tecrübe yeni maceralara kurban ediliyordu! Sömürgeci Emperyalistlerin en büyük korkusu; hafızası silinmemiş bir milletin yeniden kim olduğunu hatırlayıp, aslına dönmek için DİRİLİŞE geçmesidir!..

Daha önceki yazılarımızda da kısmen bahs etiğim gibi Osmanlı ekonomisi, son   dönemlerde gerek toprak kaybı ve gerekse sıkça yapılan savaşlar sebebiyle zayıflamıştır. Dış imtiyazların doğurduğu ticaret serbestisi neticesinde pazar hâline gelen Osmanlı devleti, iç üretiminin dış baskının altına girmesine engel olamamıştır. Dış borç almamaya özen gösteren Osmanlı Devleti, Kırım Savaşı masraflarını karşılamak için 1854’den itibaren dış borç yapmış, 1875’de bu borç 200 000 000 İngiliz sterlini bulmuştur. Osmanlı Devleti’nin bu borcunun yıllık ödemesi 11 000 000 İngiliz sterlindir. Devletin tüm geliri ise 18 000 000 İngiliz sterlindir. Bu durumda devletin 7 000 000 İngiliz sterlin ile idare edilmesi mümkün değildir. Bu durum Osmanlıyı dışa bağımlı hale getirdiği için dolaysıyla batılı ülkelerin istediklerini de yapmak zorunda kalıyordu. Batılı devletlerin sanayi alanında  “Devrim” sayılacak bu yenilikleri sayesinde büyük bir teknik üstünlük sağlamışlardır. Bu teknik üstünlük, orduların teknik teçhizatının modernleştirilmesine, üretimin kol ve beden gücü yerine makinalarla yapılması sağlamıştır. Motor gücünün her alanda kullanılması beraberinde üretimin çok artmasını sağlamış ve üretimin artması ile büyük bir ekonomik güç elde edilmiştir. Elde edilen bu yeni devasa ekonomik güç de ister istemez beraberinde ekonomik, siyasî ve askeri alanlar başta olmak üzere her alanda batı devletlerini güçlendirmiştir. Osmanlı Devlet adamları, din insanları, bürokrasi ve askerler o kadar kendi içindeki iç meselelerle meşgul edilmişler ki, her geçen gün altlarındaki toprağın kaydığının farkında bile değillerdi. Farkına vardıkların da artık iş işten çoktan geçmiş, çokta yapabilecekleri bir şey kalmamıştı. Osmanlı Devletin ’de artık hiçbir şey eskisi gibi değildi! Stratejik bütün üstünlüklerini her geçen gün tamamen kaybederek, her geçen parçalanmaya doğru hızla gidiyordu…Devam edecek. Selam ve dua ile. İhsan Yaşar.

 



Bu yazı 2091 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
YUKARI