Bugun...


İhsan Yaşar

facebook-paylas
1.DÜNYASAVAŞI-OSMANLİMPARATORUĞU-RUSYA–TÜRKİYE…(9)
Tarih: 11-10-2020 19:05:00 Güncelleme: 11-10-2020 19:05:00


Osmanlı İmparatorluğunun;  toprak, nüfus, yönetim, nüfuz ve strateji kaybını daha evvelki yazılarımızda yazmıştık.  “Geleneksel Üretime “ dayalı ekonomik değer kayıplarını da geçen yazımızda kısmen yazdık, şimdi kaldığımız yerden yazmaya çalışalım…

Hızla sanayileşen Avrupa ülkeleri, 1.sanayi devriminin getirdiği yenilikler sayesinde tarımda, imalatta, taşımada, ulaşımda, sanayi ve makineleşmede, ticaret ve bankacılık sektörlerinde elde etiği büyük değişim ve gelişim ile hayal bile edemeyeceği derecede üretimini artırarak, inanılmaz bir sermaye birikimi ve zenginlik elde edince, makineleşmenin mucizevi bir şekilde getirildiği üretim ve imalattaki kolaylıklar, yeni keşiflerle elde edilen yeni deniz ve kara yolları sayesinde dünyanın her yerine eskiye nazaran daha çok kolay ve daha çok mal ve eşya taşına biliniyordu. Bu yenidünya düzeni sayesinde bütün dünya Avrupa’nın ve Amerika’nın açık pazarı haline gelmişti. Osmanlı İmparatorluğu güçlü olduğu dönemlerde Avrupa devletlerine verdiği imtiyazlar eski gücünü kaybetmesi sebebiyle tamamen aleyhine dönüşmüş ve Avrupa Devletleri bu sayede elini kolunu sallaya salaya Osmanlı topraklarında hiçbir zorlukla karşılaşmadan mallarını pazarlayıp büyük karlar elde ediyorlardı. Osmanlı ekonomisinde yer alan üretimin el aletleriyle, emek ve kol gücüne dayalı olarak yapılıyor olması, Sanayi inkılabının doğurduğu seri üretim neticesinde ucuza mal edilen ürünler karışında tutunamamış ve yerli el sanatları ile ilgili bütün tezgâhlar ya tamamen kapanmış ya da sadece kendi geçimini yapabilecek kadar cüzi bir üretim yapmışlardır.

Böylece, üretim ve ekonomi dış piyasanın eline geçmiştir. Ekonomik girdiler, dışa bağımlılığı artırmış, kapitalist değerler hayat bulmaya başlayınca millî değerler erozyona uğramıştır. Osmanlı Devletinde üretim dinî sâikler ve milli kültür değerleri göz önünde bulundurularak yapılmaktadır. Lonca Teşkilatlarının bu husustaki ilkeleri bunu göstermektedir. Üretimde kalite ve emtianın gerçek değerine belli kâr payı konularak satılması ana kuraldır. Bir malın değerinin üzerinden fahiş fiyat ile satılması mesleki ahlakı açısından etik sayılmadığı gibi Lonca teşkilatının kendi içerisinde getirdiği bir takım cezai müeyyideler de uygulanıyordu. Batı ülkelerinde ise kapitalist düşüncenin değerleri hâkimdir. Avrupalılar hiçbir etik, dini ve ahlaki kural tanımayıp amaç sadece para olunca, paraya ulaşmak için her şey mubah sayılmış ve dolaysıyla amaç insana hizmet etmekten çıkıp sadece daha çok para ve daha çok güç elde etmeye dönüşmüştür. Ana gaye kâr, para, güç ve tüketim olunca, Osmanlı ekonomisi batı ekonomisi karşısında her yönden yenilmeye adeta mahkûm olmuştur.

Batı üzerinden bütün dünyaya yayılan bu kültürel ve ekonomik işgal karşısında dünya ne ekonomik olarak nede kültürel olarak karşı koyamamış ve zamanla milli ve geleneksel değerlerini yetiren batı dışındaki diğer ülkeler de / devletler de batının ekonomik ve kültürel çarkının acımasız kirli dişlileri arasında yerini almaya başlamıştır. Batı dışındaki ülkeler ne geleneksel değerlerini koruyabilmişler nede sanayi devrimlerini gerçekleştirebilmişlerdir. Batı her zaman birkaç adım önde gitmiş bir iki kuşak üst teknolojiye kavuştuktan sonra modası geçmiş teknolojileri dünyanın diğer ülkelerine pazarlayıp kendi denetimlerinde ve kendilerine muhtaç ederek ekonomik ve siyasi anlamda kontrol altına almışlardır. Yani Avrupa ve Amerika eskimiş “Hurda” larını yeni teknoloji diye dünyaya satarken bile minnet ederek, sömürmek amaçlı ve “Siz benim dosttun ve müttefikimsiniz!”  diye ahlaksızca niyetini ve yüzünü makyajlamıştır. Osmanlı devletinde yüzyıllarca inanç temeli üzerinden kurulan lonca teşkilatları da zamanla zamana yenik düşerek kapitalist çarkın arasında ezile ezile, geleneksel ve kültürel değerlerinden vazgeçip kapitalist düşünce sistemini benimseyerek bu sömürü çarkının birer dişlisi ve pazarı haline gelmişlerdir. Üç kıtaya altı asır hüküm eden Osmanlı Devleti, birinci Dünya savaşı sonrasında yıkılmasıyla, temelleri İslam kültürü üzerine kurulmuş olan 600 yıllık “ Hilal ”  medeniyetinin son kalesi de, geriye büyük acılar ve dramlar bırakarak tarihin karanlık dehlizlerindeki yerini almıştır. Aslında, Osmanlı Devleti’ni yıkma düşüncesi, Birinci Dünya Savaşı’nın bir sonucu gibi görünse de, mazisi ta Osmanlı Devleti’nin Anadolu’dan batıya doğru hareket etiği günden beri sürdürülen bir karşı mücadelenin sonucudur. Bu hususta, daha önceki yazılarım da yazdığım Romanyalı bir diplomatın doktora tezinden birkaç satırını yeniden sizlerle paylaşmakta yarar görmekteyim. Bir dönem İstanbul ataşeliği görevinde de bulunan Romanyalı yazar ve diplomat TRANDAFİR G. DJUVARA ‘ nın bu tezinin adı “ Türkiye’yi Paylaşan Yüz Proje ” dir. Bu tezde Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya geçişinden tedirgin olan batı ülkeleri, Türkleri Avrupa’ya sokmamak için 1281 yılından başlayıp 1913 yılına kadar 100 tane proje geliştirmişlerdir. Bu projenin içinde bu dönemde devlet başkanlığı yapmış olan batı ülkelerinin bütün liderleri yer almıştır. Bu projeler Birinci Dünya savaşının sıcak atmosferinde de ve hala günümüzde de devam etmektedir…

Savaştan yenik çıkan Osmanlı Devleti’ne Mondros Mütarekesi ve ardından Sevr Antlaşması’nı imzalatarak projeye nihai noktayı koymak istediler. Osmanlı İmparatorluğunun son bakiyesi olan Anadolu’da başlayan Milli Mücadele Savaşı’nın başarıya ulaşması ile Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın Osmanlıyı nihai bitirme hesapları suya düştü.

1299 yılında kurulduğu kabul edilen Osmanlı İmparatorluğu 1302 yılında üzerine gönderilen Bizans ordusunu Koyun Hisar Muharebesinde yenerek Avrupa ‘nın yüreğine ilk korkuyu koyduğu günden beri, Osmanlıyı Avrupa’dan söküp atmak ve tarih sahnesinden silmek için yüzlerce proje geliştiren “Haçlı”  zihniyeti nihayet 1.dünya savaşı sonrasında amacına ulaşmak üzereyken; Fransa, İngiltere ve Rusya’nın Osmanlı toprakları üzerindeki çıkarlarının çakışması, Rusya’da 17 Ekim devrimi ile birlikte yıkılan Çarlık Hanedanlığı gibi sebeplerle birlikte adeta görünmez bir “ İlahi “ el,  Osmanlı bakiyesinin son kalesi olan Anadolu’da, yıkılan ve dağılan koca imparatorluğun küllerinden yepyeni bir devletin doğmasına yardım edecekti.                                                                                       Tahminen 22 milyon kilometrekarelik bir toprak üzerinde üç kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra toprakları üzerinde toplamda 64 yeni devlet doğdu…                                 Dünyada genelinde 236 devlet olduğu söylesen de Birleşmiş Milletlerin resmen tanıdığı devlet sayısı 192 dir. Yani ortalama dünyanın % 33’ ü Osmanlı topraklarıydı.

Petrol ihraç eden ülkeler örgütü (OPEC)  ‘in 13 üyesinden 8 tanesi Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisinde bulunduğunu ve bu ülkelerde üretilen petrolün, dünya petrol rezervinin 3/2 sine tekabül etiğini ve günümüz dünya petrol ihtiyacının yarısını karşılamakta olduğunu acaba kaçımız biliyoruz veya merak edip araştırdık…                                                                                                                       Osmanlı Devletinin yıkılması için acaba sadece petrol rezervleri yeterli bir sebep olabilir mi? Petrolden kaynaklı ekonomik geliri elde etmek için gözlerini kan, para ve güç hırsı bürümüş kuduz “ Sırtlan!” ları (İt demiyorum ite hakaret olur) hangi ahlakı, dini veya insani değerler durdurabilir ki!  İnanın sadece Ortadoğu’daki petrol gelirleri yerinde ve adil bir şekilde dağıtılsa dünyada hiçbir insan aç ve açıkta kalmazdı. Ahlaki, dini ve insani hiçbir değeri olmayan, sadece paraya ve güce tapan, bu zalim ve katil sömürgeci emperyalistler dün nasıl zalim ve katillikte sınır tanımadıysalar bugünde, yarında asla tanımayacaklardır.

Tarihin tekerrürden ibaret olmasını istemiyor isek tarihten ders almamız lazım

MESELE NE MEŞRUTİYET, NE AZINLIK HAKLARI, NE YENİLEŞME HAREKETLERİ NE DE SULTAN ABDULHAMİTİN KIZIL VE DESPOTLUĞUYDU. EĞER MESELE SULTAN ABDULHAMİTİN KIZILLIĞI VE DESPOTLUĞU OLSAYDI, OSMANLI DEVLETİNİ YIKANLAR YIKTIKTAN SONRA AFRİKAYA, BALKANLARA, ARABİSTANA VE MEZOPOTAMYAYA ONLARCA KRAL, ŞAH, SULTAN YANİ ONLARI DEYİMİ İLE DESPOT VE DİKTATÖRU TEKRAR İKTİDARA GETİRMEZLERDİ…   MESELE TAMAMEN PARÇALAYIP BÖLEREK DAHA KOLAY YUTULUR LOKMA HALİNE GETİRİP, KENDİLERİNİN ÇIKARLARINI TEMSİL ETİKLERİ MUDDETÇE NE YAPTIKLARI ZULUMLER NE DE İSİMLERİNİN BAŞINDAKİ ÜNVANLAR ÖNEMLİ DEĞİLDİR.     SÖMÜRGECİ EMPERYALİSLER İÇİN ÖNEMLİ OLAN TEK ŞEY; TAMAMEN KENDİ YÖNETİMLERİNDE, KENDİLERİNİN EMRİNDE YENİ KUKLALARLA YENİ KÜÇÜK DEVLETÇİKLER YARATMAK VE YENİ DEVLETÇİKLERE ATAYACAKLARI                             “ FRANKEŞTAYN” LARI İLE BEREBER MAZLUM HALKLARI İLİKLERİNE KADAR SÖMÜRMEKTİR… DÜNDE, BÜGÜNDE OLAY BUDUR…                                                                      Osmanlı İmparatorluğu, tabii bir ölümle ölmemiştir, içerden ve dışardan “KATL!” edilmiştir. Kimi hırsına, kimi makama, kimi hayalperestliğine,  kimi menfaat ve çıkarına kimi de aptal ve ahmaklığına yenilip Osmanlının yıkılmasına sebep olmuştur. ASLINDA 1.DÜNYA SAVAŞI DEMEK, OSMANLI DEVLETİNİN İSTENMEDEN İNTİHRA SÜRÜKLENMESİNİN DİGER BİR ADIDIR… Selam Ve Dua ile…

 

 

 



Bu yazı 2493 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
YUKARI