Bugun...


İhsan Yaşar

facebook-paylas
Osmanlı Devleti -Kavalalı M. Ali Paşa-Türkiye (13)
Tarih: 05-01-2021 00:02:00 Güncelleme: 05-01-2021 00:02:00


14 Mayıs 1833 yılında Osmanlı Devleti ile Osmanlı Devletinin Valisi olan M. Ali Paşa arasında imzalanan Kütahya anlaşmasına göre:                                                                                                                   

Mısır’a ilaveten, Torosların Güneyinden, Fırat’ a kadar uzanan tekmil Güney Anadolu, Adana, Halep, Şam, Cidde ve Girit M. Ali Paşa’nın idaresine verilecek. İbrahim Paşa, Kütahya’ dan Torosların güneyine çekilecek ve işgal ettiği yerleri tahliye edecek. Kütahya antlaşması muhalif, hasım ve savaşan iki devlet arasında imzalanmış bir siyasi antlaşma gibi değil de, Padişah ile Valisi- Paşası arasında yapılmış, Padişahın, Paşasına yeni haklar tanıyan bir ferman şekli verilerek, verilen yerlerin, Padişahın Valisine yeni bir lütuf ve ihsanıymış(!) gibi gösterilerek zevahiri kurtarmaya çalışmışlar. Yani; Padişah tarafından, Valisine verilmiş gibi gösterilen yerler gerekirse Padişah tarafından tekrar geri alınabilinir(!)

II. Mahmut, Kütahya antlaşmasını yapmasına yapmıştı ama rahat değildi, mutsuz ve üzgündü. Kendi Valisinin isyanını bastıramamış,  ordusu savaş cephelerinde defalarca yenilmiş ve Payitaht ve tahtı ciddi anlamda tehlikeye düşmüştü. Her ne kadar M. Ali Paşa ile Kütahya antlaşması imzalayarak şimdilik zevahiri kurtarmış olsa da durumun vahametinin farkındaydı. II. Mahmut’un bir değil birçok korkuları vardı. Öncelikle;  Rusların, İngilizlerin ve Fransızların ne kadar güvensiz olduklarını, hiçbirine asla sonuna kadar güvenilmeyeceğini, M. Ali Paşa’yı tekrar kışkırtarak üzerine saldırabileceğini bildiği için, bir an önce kendi gücünü yeniden toparlayarak, kendi ayakları üzerinde durarak mevcut durumdan bir an önce kurtulmaya çalışıyordu. Bir an önce, kaybettiği itibarı, nüfuzu ve lütuf(!) ve ihsan(!) ederek kaybettiği topraklarını geri almalıydı. 

Almalıydı!

Ama nasıl?

Osmanlı Devleti; daha evvel büyük bir hinterlandı kendi bölgesi diye koruyan ama yaşlanmış ve aynı zamanda yaralı bir aslana benziyordu. Etrafındaki yırtıcı bütün vahşi hayvanlar bu yaralı ve yaşlı aslanın bölgesine göz dikmiş ve bir an önce kendi güçleri oranında kendi aralarında paylaşmak istiyorlardı. Aslında II. Mahmut’ta bunun farkındaydı, kendi imkânları ile bu durumdan kurtulamayacağını da biliyordu, bu sebeple de M. Ali Paşa’nın olabilecek yeni taarruzlarını engellemek hem de zamanın sömürgeci emperyalist devletleri asında ki rekabeti artırarak, hem zaman kazanmak ve hem de bu rekabetten faydalanıp Osmanlı Devleti ve kendisi için en faydalı devletle acilen ittifak sözleşmesi yapmak istiyordu.

Zaten daha evvel yardım talep etmesine rağmen, ret cevabı veren İngiliz ve Fransızlarla bu tür bir sözleşmenin yapılmasının şimdilik imkânsız olduğunu bildikleri için Rusya ile böyle bir ittifak yapabilmeleri aklen ve siyaseten daha mantıklıydı.

M. Ali Paşa’ya gelince, M. Ali Paşa’ da aslında II. Mahmut’un çektiği korkuların ve sancıların daha fazlasını çekiyordu. Çünkü M. Ali Paşa da ismi gibi emindi, Osmanlı Devleti güçlendiği an Paşa’sına lütuf(!) ve ihsan(!) etiği bütün toprakları geri almakla kalmayacağı gibi kendisinin ve oğullarının “Kelle”sini de alacağını çok iyi biliyordu. O da Fransızların, İngilizlerin ve Rusların bölgede ne için bulunduklarını, sömürgeci Emperyalist devletlerde ,” Dostluk!”, iyilik, hak, hukuk, adalet… vs gibi manevi kavramların hiçbir değerinin ve öneminin olmadığını, bu tür kavramların değer ve öneminin sadece kendi çıkarları söz konusu olduğunda dillendirildiğini, yoksa onlar için hiçbir anlam ifade etmediğini yaşadığı acı tecrübelerden dolayı çok iyi biliyordu. Aslında bütün devletlerde asıl olan dostluklar değil “Çıkar”lardır. Bunu devleti idare eden her aklı başında yönetici ve idareci bilir ama bazen güç ve dengeler açısından “Salağa!” yatma hesaplarına gelir veya güçleri yetmediği için öyle görünmek zorunda kalırlar…

Aslında kurtlar sofrasında kimsenin kimseye güvendiği yoktur. Tıpkı; II. Mahmut ve M. Ali Paşa’nın birbirilerine asla güvenmedikleri ve güvenmeyecekleri gibi…

Aslında bir çoğunuz bilirsiniz, kuyruğu kopan yılan ile oğlunu kaybeden adamın hikayesini. Hani deriz ya kıssadan hisse diye, işte II. Mahmut ile M. Ali Paşa arasın da da bu hikayeye benzer acılar var. Derler ki; günlerden bir gün adamın biri yolda arzı endam ederken yaralı bir yılana rastlar. Başta korkar ve karışmak istemez, sonra bakar ki yılan yaralı ve çaresiz, acır yardım etmek ister. Yine de ne olur ne olmaz diyerek, tedbiri elden bırakmadan usulünce yılanı alır ve evine götürür. Evde yılanın yarasına bakar, temizler, sarıp sarmalar ve ona süt verip karnını doyurur. Yılan iyileşene kadar yılana şefkat göstererek onu besler ve yaralarının bakımını yapar.  Kendisine yapılan bu iyiliklerden sonra, yaralarından kurtulup tamamen iyileşen yılan, adamla dost olur. Adam ve yılan dost olduktan sonra, adam yılana her sabah bir çanak sütü yuvasına kadar götürür ve dostluğunu devam ettirir. Yılanda bu kadirşinaslığının karışığında sütü içtikten sonra hem can borcunu ödemek adına hem de bu güzel yürekli, merhametli adamla dostluğunun devamı için adamın getirdiği süt çanağına bir adet altın bırakır. Yılan da adam da hem bu dostluktan hem de bu alışverişten memnun olarak hayatlarına devam ederler. Yıllar birbirini kovalamış, adam yılanın verdiği altın sayesinde çok rahat geçimini sağlarken, yılanda hayatını riske etmeden her gün yuvasına doyacağı bir çanak sütte kavuştuğu için mutluymuş. Aradan yıllar geçmesine rağmen adam ile yılanın dostluğu aynen devam etmiş. Yıllar sonra adamın oğlu büyümüş, kimine göre babasının nasıl zengin olduğunu merak etmiş, kimine göre de adam hastalanmış ve bu sırrı oğluna anlatmış. Her neyse, oğlu bu sırrı öğrendikten sonra, kendi kendine demiş ki; “Babımın kafası çalışmıyor,  her gün süt getirip bir altın alacağıma,  ben yılanı öldüreyim ve yılanın yuvasındaki bütün altınları alıp babam gibi yıllarca beklememe gerek kalmadan babamdan daha çok zengin olurum.” diye niyetini bozmuş. Ertesi gün erkenden kalkmış, bir çanak sütle yılanın yuvasına gitmiş. Yılan hiçbir şeyden haberi olmadan süt kokusunu alınca adam geldi zannedip yuvasından çıkmış. Yuvasından çıkar çıkmaz, çocuk yılanı öldürmek için baltayı başına doğru vurmaya çalışmış, yılan can korkusu ile bu hamleden kurtulmuş ama kuyruğunun kesilmesine mani olamamış. Kuyruğu kopan yılanın canı çok yanmış ve kendini korumak için can havli ile dönüp çocuğu ısırmış. Yılanın ısırması ile zehirlenen çocuk oracıkta ölmüş. Adam çocuk geri gelmeyince merak etmiş ama çokta üstüne düşmemiş. Adam, ertesi gün yine her zaman ki gibi aynı saate bir çanak sütle yılanın yuvasına gitmiş, gitmiş gitmesine ama bir de ne görsün! Oğlunun cesedi ve yılanın kuyruğu yuvanın girişinde yan yana duruyor…

Devam edecek.

Selam ve dua ile…



Bu yazı 7916 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
YUKARI