Diyarbakır şehir merkezi ve çevresi kadim bir yerleşim merkezidir. Uygarlığın her aşamasına ait önemli yerleşmeleri bünyesinde barından Diyarbakır ve çevresi, arkeolojik zenginlik bakımından önemli bir yere sahiptir. Tarihi belgeler ve arkeolojik kazılar bu ifadeyi doğrulamaktadır. Bu nedenle yeni araştırma, kazı ve okumalar heyecan verici bir şekilde merak uyandırmaya devam etmektedir. Körtik Tepe, Çayönü, Hassuni Mağaraları, Amida/Virantepe vb yerler bölgenin kadim oluşuna işaret eder. Son yirmi yıldaki kazılar ve tarihi araştırmalar yeni bilgiler ortaya koymakta veya ilave bilgiler sunmaktadır. Bu bağlamda Diyarbakır-Mardin yolu üzerinde bulunan Zerzevan’ın kadim ve muhkem bir kale ve savunma merkezi olduğu tartışmasızdır. Roma İmparatorluğu döneminde sınır garnizonu olan Zerzevan Kalesi, Diyarbakır’daki en önemli Roma eserlerinden birisi olarak kabul ediliyor. Roma’nın doğu sınırında, antik ticaret yolu üzerindeki stratejik bir tepede kurulan kale, sahip olduğu tarihi miras nedeniyle 2020 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alındı. Zerzevan Kalesi’nde 2014’ten beri yapılan kazılarda ortaya çıkartılan kiliseler, surlar, su sarnıçları, kaya mezarları ve su kanalları gibi yapılar tarihe ışık tutuyor. Bununla birlikte on yıllarca sürmesi beklenen kazılarda bir çok tarihi yapı ve eserlerin keşfedilmesi bekleniyor. Bu nedenle alandaki kazılar ve elde edilen buluntular ileriki yıllarda birçok açıdan bölge tarihinin keşfine imkân sunacaktır. Ortaya çıkan eserler Zerzevan Kalesi’ne ilgiyi her geçen gün artırmaktadır. Bu nedenle yurt içi ve yurt dışından her yıl ziyaretçiler artarak devam ediyor.
Bu makalede, Zerzevan’dan ziyade orada bulunduğu söylenen ve 2024 yılına kadar İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunan “Vaftiz Kovasına” değineceğiz. 2024 yılında Diyarbakır Arkeoloji Müzesine getirilen kova hakkında 2020 yılında basında bir takım haberler yer almıştı. 1500 yıllık vaftiz kovası olduğu değerlendirilen kovanın İstanbul’a nasıl geldiği sorusu gündeme gelmişti. Hâlihazırda Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen kova ile ilgili ulaşmış olduğumuz bir bilgi bu soruya cevap olmakla birlikte bazı muğlak ve tartışmalı noktaların da açıklığa kavuşmasına imkân sağlamaktadır. Eldeki mevcut bilgilerin ve yeni araştırmaların ışığında birçok gizemin de açığa çıkması mümkün olacaktır.
20 Eylül 2020 tarihli Duvar Gazetesi’nde Deniz Tekin’in konuya ilişkin özel haberinde; Zerzevan’dan getirildiği iddia edilen Vaftiz Kovası’nın Temo adlı bir kişi tarafından bir çerçiye satıldığı ifade edilmektedir. Rivayete göre günümüzden 130 yıl önce Temo adlı kişi Zerzevan Kalesi’nin içindeki evinde hayvancılık yapıyormuş. Temo, evlerinin damının kışın akmaması için kalenin içindeki toprağı kazarak dama taşıyormuş. Toprağı kazarken antika kovayı bulmuş. Ancak eskimiş ve siyahlaşmış kovanın antika olduğunu bilmiyormuş. Bu kova ile hayvanlarına su taşıyormuş. Tavuklarının su içmesi için kovaya su doldurup evinin önüne bırakırmış. Bir gün Mardin’den gelen ve köyleri gezerek çerçilik yapan birisi Temo’nun evinin bulunduğu yere gelmiş. Temo’nun evinin önünde duran, üzerinde haç işareti ve yazı bulunan kova çerçinin dikkatini çekmiş. Gayrimüslim olduğu söylenen kişi, Kovayı inceledikten sonra bunun antika olduğunu hemen anlamış. Bunun üzerine Çerçi, Temo’ya “Bunu bana satar mısın?” diye sormuş. Kovanın antika olduğundan habersiz olan Temo da çerçiye “Bana bir çift çarık verirsen ben de sana kovayı veririm” demiş. Çerçi de bunu kabul etmiş, kovayı ondan alıp götürmüş.
Kovaya dair yapılan sözlü tarih çalışmaları bundan ibaret. O sırada İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen kovanın ise oraya nasıl gittiği Zerzevan Kalesi Kazı Başkanı Prof. Dr. Aytaç Coşkun tarafından dile getirilmiş, bu konuda herhangi bir bilgi sahibi olmadıklarını da ifade etmişti. Bizans Sanat Tarihi Uzmanı Brigitte Pitarakis’ın kaleme aldığı “Life is Short, Art Long, The Art of Healing in Byzantium” (Hayat Kısa, Sanat Uzun-Bizans’ta Şifa Sanatı) isimli kitapta kova ile ilgili yer alan bilgilere göre, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen vaftiz kovasının Müzenin envanterine giriş kaydı 1895 olarak gösterilmiştir. Kitapta kovanın ne şekilde müzeye geldiği konusunda herhangi bir bilgi mevcut değildir. Kovanın hakkında ise şu bilgiler yer almaktadır:
“Kovanın yüzeyi, beşinci-yedinci yüzyıla tarihlenen gümüş prototipleri taklit edilerek kalaylanmış. Konik gövdeli olan kova, düz bir tabana ve hareketli bir kulpa sahip. Kemerler altında bir haç motifle benzeme, kazıma ve baskı tekniğiyle elde edilmiş. Bu eser, av sahnelerinin ve mitolojik temalarının baskı tekniğiyle işlendiği altıncı yüzyıla ait geniş bir bakır alışımı kova grubuna ait. Yıkanmada kullanılan çok sayıdaki örnekten farklı olarak bu kova bir kiliseye bağışlanmış ve büyük olasılıkla ayinlerde kullanıldığı belirtiliyor. Kovanın üstünde eski Yunanca dilinde “ΥΠΈΡ ΕΥΧΉC ΚΑΙ CΩΤΗΡIΑC ΑΝΤΙΠAΤΡΟΥ ΚΑΙ ΠΑΝΤOC ΤΟY ΟIΚΟΥ ΑYΤΟY ΚY¬ΡΙΟC ΦΥΛAΞΙ CΑΙ” (Antipatros’la ailesinin dileğinin -veya adağının- kabul edilmesi ve selameti için. Tanrı sizi korusun) yazıtı yer alıyor. Kalede bugüne kadar varlığını koyarak gelen büyük kiliseye ait olduğu tahmin edilen kovanın yapılış tarihi, kilisenin inşa tarihiyle aynı dönem olan M.S. 6. yüzyıl olarak gösteriliyor”.
Konuya ilişkin tespit etmiş olduğumuz 28 Ağustos tarihli İkdam Gazetesi’ndeki bir bilgi, Vaftiz Kovası ile ilgili bir çok soruya cevap olmakla birlikte bazı muğlak ve tartışmalı noktaların da açıklığa kavuşmasına imkan sağlamaktadır. 1894 yılında yayımlanmaya başlayan İkdam, Türk basın tarihinin önemli gazetelerinden birisidir. Gazetedeki haberde, Diyarbakır dâhilinde bulunan Arabkö nahiyesine bağlı köylerden Zerzevan adlı köyün harabesinden bir kova çıkmıştır. Bu kova, Mardin’den Diyarbakır’a gelmekte olan fotoğrafçılar tarafından satın alınarak Diyarbakır’a kaçırılmıştır. Bunun haber alınması üzerine zaptiye harekete geçerek kovayı satın alıp kaçıranları yakalamış ve kovaya el koymuştur. Bu dönemde Diyarbakır Müze-i Hümayun fahri memuru Natık Efendi tarafından kova incelenmiştir. Yapılan incelemeye göre kova, pirinçten yapılmış, dış ve içinin kısmen altın ve gümüşle kaplı olduğu müşahede edilmiştir. Kovanın üzerinde bir takım nakışlar bulunmakla birlikte, ağız kenarında Yunanca bir yazı bulunmaktadır. Yazıda: Ya Rab! Sen hıfz et. Sen halas et. Antipatros (Antipazos) ve ailesini. Bu ifadenin devamında kovanın bir manastıra vakfedilmiş bir eser olduğu dile getirilmiştir. Bu kıymetli eserin Müze-i Hümayun fahri memuru Natık Efendi tarafından postayla İstanbul’daki Müze-i Hümayun’a gönderilmiştir.
Bu bilgilerden hareketle Vaftiz Kovası’nın gerçekten Zerzevan’dan çıktığı açıkça görülmektedir. Bununla birlikte kayıtlarda yer aldığı gibi Kova, 1895 yılında Diyarbakır’dan Müze Müdürü Natık Efendi tarafından İstanbul’a gönderilmiştir. Sözlü tarih ve rivayetlerde kovayı alanların Mardin’den gelen bir gayrimüslim “çerçi” olduğu ifade edilse de İkdam gazetesindeki haberde “fotoğrafçılar” tarafından satın alındığı görülmektedir. Sözlü tarih ve anlatılarda kovanın bir çift ayakkabı karşılığında satıldığı belirtilse de gazete haberinde buna yer verilmeyerek “satın alındığı” ifadesi kullanılmaktadır. Bu arada kovanın üzerindeki “Ya Rab! Sen Antipatros ve ailesini koru ve onlara selamet ver” ifadesinden hareketle Antipatros ve ailesinin saygın ve önemli bir aile olmakla birlikte, bu kıymetli eseri kiliseye bağışladığı düşünülmektedir. Kovayı satın alan fotoğrafçıların kim veya kimler olduğu belirtilmese de bu kişilerin “gayrimüslim” olma ihtimali yüksektir. Kovanın üzerindeki Yunanca yazıların okunması ve eserin kıymetinin fark edilmesi ilgili kişilerin bu konuda bilgi sahibi olduğunu göstermektedir. Zira bu dönemlerde çok sayıda yabancı misyoner, arkeolog ve seyyahın bölgede bulunduğu, tarihi yapılar ve toplum hakkında bilgi topladığı bilinmektedir. 1895 yılı, Diyarbakır ve bölgede, Müslümanlar ile Ermeniler arasında ciddi çatışmaların yaşandığı ve önemli toplumsal olayların meydana geldiği dönemdir. Böylesine kıymetli bir tarihi eserin Diyarbakır’a getirilmiş olması ve eserin mahiyeti hakkındaki dedikodular emniyete yansıyınca da yetkililer harekete geçmiştir.
Bu arada Diyarbakır Müze Müdürlüğü’nün kurulmasında ve bölgede binlerce antika eserin tespit edilerek korunmasında önemli bir yere sahip olan Natık Efendi, yukarıda da ifade edildiği üzere eserin kıymetini takdir ettikten sonra onu İstanbul’a göndermiştir. Natık Efendi’nin keşfedilmesinde ve müzeye gönderilmesinde emeği olduğu önemli eserlerden birisi de Akkad Kralı Naram-Sin stelidir. Naram-Sin ilk Akkad kıralı Sargon’un torunu ve devletinin üçüncü kralıdır. Onun döneminde Akkad orduları Güneydoğu Anadolu bölgesine kadar ulaşmıştır. Söz konusu stel Diyarbakır’ın Ambar Çay’ı yakınlarındaki Pir Hüseyin mevkiinde, bu bölgeye yapılan seferin başarısını kutlamak amacıyla dikilmiştir. Natık Efendi bu himmet ve faaliyetleri nedeniyle ödüllerle taltif edilmiştir. Gerek Diyarbakır ve gerekse de bölgedeki tarihi eserlerin tespitinde önemli görevler ifa eden Natık Efendi’nin adının aslında Diyarbakır Müze Müdürlüğü’nde yaşatılması gerektiği kanısındayım. Gerçekten dönemin kayıtları incelendiğinde bu ismin yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılmasının önemli bir vefa olacağı inancındayım. Diyarbakır Müze-i Hümayun Fahrî Memuru Natık Efendi’nin faaliyetleri hakkında Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Hakan ASAN’ın kıymetli bir makalesi bulunmaktadır. Bu makalede Diyarbakır’da âsâr-ı atîka (eski eserler) bilincinin nasıl ortaya çıktığı, merkezde uygulanan eski eser politikalarının Diyarbakır’a nasıl yansıdığı, hangi süreçlerden geçildiği ve nasıl bir yol izlendiği, Natık Efendi’nin eski eser alanındaki konumu ve Diyarbakır’daki faaliyetleri ele alınmıştır.
Prof. Dr. Oktay BOZAN
gaziantep escort,gaziantep escort
başakşehir escort,ikitelli escort,güneşli escort,kayaşehir escort,bağcılar escort,esenler escort,eyüp escort,güneşli escort,kumburgaz escort,topkapı escort
flyjota.com Deneme bonusu veren siteler Deneme bonusu veren siteler Deneme bonusu
deneme bonusu bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler