Bugun...


Tarık Ziya Gücüm

facebook-paylas
Ahlakın itirazı ve isyanı, yıkmak değil aksine kurmak ve inşa etmek içindir.
Tarih: 15-02-2021 00:01:00 Güncelleme: 15-02-2021 00:01:00


İslam dünyası ve Müslümanlar için temel problem,  çatıştırıcı ve ayrıştırıcı tarihsel coğrafi kimlik yükünün vahyin mesajını bastıracak şekilde önemsenip ağırlaşmasıdır. Bu bağlamda Müslümanlar arasındaki ayrışma ve bölünmüşlük her ne kadar bir realite olsa da bize düşen din ile tarih arasında sıkışan toplumun benliğinde yeni ufuklar açmak ve özgürlüğe giden yolları açacak İslami dinamiklerimizi işlevsel hale getirmektir.

Bu bağlamda İslam Dünyası ve Müslümanlar arasındaki ayrışma ve bölünmüşlüğü, değişmeyecek bir veri olarak kabul etmemek gerekir. Sosyologlar ve tarihçiler bu durumu bireysel ve toplumsal nedenlerle açıklayabilirler, ancak bizler Kuran tarafından da kınanan bu parçalanmışlığı normalize edemeyiz, doğal gösteremeyiz.

Aksine kararlı bir biçimde vahyin ve dinin birleştirici temel ilke ve değerlerini insanlara hatırlatmalı ve bunlara çağırmalıyız. Ümmet idealinde öznel Kimlik politikası yapmak yerine, tarihte çatışma ve ayrışmaya sebep dinamiklerle ilgili ayrıştırıcı değil yapıcı bir söylem geliştirmek gerekmektedir.

Dinin dile getirdiği mesajın kuşatıcılığı ve evrensel olduğuna inanıyorsak çatıştırıcı ve ayrıştırıcı kimliklerin baskısına boyun eğmek yerine hakikatin peşinde koşmak ve güncelleştirmek zorundayız.

Zira dinin hakikatı üzerinde yeniden düşünmek, hakikat üzerine kurulu alanlar üzerinde de bir sorgulamayı gerektirmektedir.

Bunun yapılabileceği en uygun zemin toplumsal ahlaktır. Ancak Ahlakında hem bireysel hem de toplumsal kendi tarihi birikimi ile yüzleşmesi, ağırlıklarından ve hatalarından kurtulması, dini hakikat ile arasındaki ilişkiyi yeniden gözden geçirmesi gerekir.

Vahye muhatap olan toplumlarda ahlak ilminin daha net ve sistemli biçimde geliştiği görülmektedir. Buna karşılık bir kitap ve vahiy algısına sahip olmayan dini topluluklarda bir bütün olarak toplumsal Ahlak olgusuna rastlayamıyoruz. Bunun nedeni vahyin insandaki hakikat arayışını teşvik etmesi ve ona bir yön vermesidir. Vahyin gelişi ile akıl kenara atılmamış bilakis hakikat ve doğru arayışına teşvik edilmiştir.

Vahiy öncesi durumu bir şaşkınlık (dalalet) hali olarak niteleyen Kuran, ancak vahyin desteği ile bağımsız aklın ahlaki değerlerde ulaştığı hükümlerin doğruluk derecesini tespit edebilir.

Vahiy ile birlikte bir ölçü oluşur. Bu ölçü ile toplumsal ve bireysel akıl, kendisini aşırılıklardan ve hatalardan koruyacak işaret ve ölçülere sahip olur. Bu durum, vahye aşina toplumlarda ahlakın neden daha sistemli ve hızlı bir şekilde geliştiğini ortaya koyar.

Hakikat olgusunun yerini toplumsal kaygıların alması, ahlakın realite ile değerler arasında bölünmesini doğurmuştur.

Hakikat duygusunun kaybolduğu ya da zayıfladığı her yerde zorunlu olarak ahlaki zayıflık sorunu ortaya çıkar. Gevşek ve zayıf bir ahlakın en büyük bunalımı, ne kadar dirense de o çok korumak istediği hakikat ilkesini alıp tarihsel ve toplumsal güçlerin eline teslim etmesidir.

Bu durumda da hakikat korunmuş olmamakta, aksine deformize edilerek toplu bir yanılgı içerisine düşülmektedir.

Hakikat ile toplumsal zemin arasındaki gerilim göz ardı edilemez. Eğer birey hakikat ve ahlakı, içinde eriten bir kimlik ve kişilik algısına kapılırsa (self deception) bunun doğuracağı şey Kur’an‘ın tabiri ile şımarıklık, tekebbür ve istiğna halidir. O halde bu gerilimi tasfiye etmek, ortadan kaldırmak ve toplumsal zemini normalize etmek gerekir.

Ahlak, mantıktan yoksun, ilkesiz, duygusal ve yıkıcılığı fetişleştiren bir karşı çıkış değildir. Değerlerle sıkı sıkıya ilişkilidir ve onlar tarafından yönlendirilir. Gücünü, motivasyonunu, anlamını ve haklılığını yüksek idealinden alır. Bu açıdan Ahlakın itirazı ve isyanı yıkmak değil aksine kurmak ve inşa etmek içindir.

Tarih boyunca, toplumsal değişimi hedef alan peygamberlerin mücadelesinde, Ahlakın itirazcı doğasından dolayı, ortaya çıkan ahlaki yenilenme çabası, çoğu zaman toplumsal düzeni tehdit eden ideolojik hareketler olarak algılanmışlardır.

Zira ahlak, var olanı haklı göstermek için gelmez, eylem ve davranış ahlaki açıdan ne kadar gelişmiş olursa olsun, ahlaki ideal, pratiğin daima ötesini gösterir.

İslam milleti ve medeniyetinin bir parçası olarak yapmamız gereken; ahlak, hak ve adaletin hâkim olduğu bir toplum yapısında ısrarcı olmaktır. İnsan onuruna değer veren bu kadim medeniyetimizi benimsemeli, her türlü yozlaşma ve Ahlaki bozulmalara karşı dimdik ayakta kalmaya çalışmalıyız.

Vesselam.



Bu yazı 6393 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
YUKARI