DEM Partisinin Kürt sorunun çözümüne ilişkin "Filipinler'deki Moro sorunun çözümünde kullanılan yöntemler için Kürt sorunun çözümünde değerlendirilsin." önerisine ilişkin FilipinlerdekiMoro çözümünü önerisi üzerine DEM Partisi Rahmetli Milletvekili Prof. Dr. Kadri Yıldırım'ın gazetemizde kaleme aldığı İSLAM’DA BARIŞ VE BİR BARIŞ PROJESİ OLARAK “MEDİNE SÖZLEŞMESİ”adlı 6 Bölümlük yazı dizisini, MEDİNE SÖZLEŞMESİ'nin okunması gerekir.
Bu münasebetle Prof Dr. Yıldırım'ın kaleme aldığı 6 Bölümlük yazı dizisinden alıntı yapmak istiyoruz.
Kur’an ve sünnet bir bütün olarak incelendiğinde ve olaylar sebep-sonuç ilişkileri çerçevesinde tahlil edildiğinde görülecektir ki İslam’da barış amaç, savaş ise bu amacı gerçekleştirmek için gerekli görüldüğü zaman başvurulan son araçtır.
1. Bir Anekdot
Bilindiği gibi kabileler arası savaşlarla meşhur olan cahiliye Arapları çocuklarına savaş anlamına gelen “HARB” adını koyarlardı. Ebu Süfyanın babasının adı da Harb idi. Bu bağlamda İmam Malik’in “el-Muvatta” adlı hadis kitabında geçen bir anekdot Hz. Peygamber’in savaş ve barış bağlamında nasıl bir bakış açısı sergilediğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Olay şudur:
“Bir gün Hz. Peygamber kendi devesinin sağılmasına yardımcı olacak birilerinin oralardan geçmesini bekliyormuş.
Derken birinin karşıdan geldiğini görüyor ve yanına geldiğinde devesinin sütünün sağılması için kendisinden yardım istiyor.
Adam kabul ediyor fakat birden Hz. Peygamber’in aklına onun adını sormak geliyor. Adamın “benim adım HARB'” deyince Hz. Peygamber “Aman sen yoluna devam et.” diyor ve onu gönderiyor. Harbin adını bile duymak istemiyor. Biraz daha bekliyor ve karşıdan başka birinin geldiğini görüyor. Adam yanına geldiğinde Hz. Peygamber “Bana süt sağımında yardım et” demeden önce adını soruyor. Adam adının “Yaşar” anlamına gelen “YAÎŞ” olduğunu söyleyince Hz. Peygamber deveyi ona sağdırıyor”.
Evet. İmam Malik’ten aktardığımız bu anekdot küçük, fakat mesajı çok büyüktür.
İman ile barış yan yana zikredilmiştir. Dolayısıyla barışsız bir iman olamaz.
b) Ayette bir şeyin içinde olmak, bir şeyin içine girmek anlamını ifade eden “fî” edatı kullanılmıştır. Dolayısıyla mesaj şudur: Barışın köşesinde kıyısında değil, tam içerisinde olacaksınız.
c) Ayette hepiniz anlamına gelen “kaffeten” kelimesi kullanılmıştır. Yani askeriyle, siviliyle, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle, siyahıyla beyazıyla, Arap olanıyla olmayanıyla.
Hz. Peygamber “selam” şiarını sesli bir barış parolası haline getirmeyi emretmektedir.
Barış ve Ateşkes Süreci:
Haram Aylar
“Her şey zıddıyla bilinir” kaidesine göre savaşın karanlık yüzü ancak barışın aydınlık yüzü ile anlaşılır ve barışın değeri bilinir. Toplumlar ve bireyler barış sürecinde huzur ve güvenin çok yönlü değerini anlar, savaşların kendilerini maddi ve manevî olarak ne denli kayba uğrattığını görür, bu sürecin kalıcılık kazanması için durumlarını yeniden gözden geçirme fırsatını yakalarlar.
Haram Aylar Barış Sürecini İhlal Eden Ficar Savaşları ve Hz. Muhammed
Barış ve ateşkes antlaşmasını bozan tarafın başlattığı her savaşa siyer kitaplarında “ficar Savaşı” adı layık görülmüştür. Arapça bir kelime olan “ficar”ın anlamı zulüm, fasıklık ve barbarlıktır. Barış ortamının kıymetini bilmeyip, haram ayları delip tekrar savaş başlatanlara karşı caydırıcı bir gücün oluşturulması yoluna gidilmiş; barbar taraf tekrar barışa zorlanmıştır ki Hz. Peygamber iki kez bu barış için savaşa iştirak etmiştir.
Tarihsel tecrübelere bakıldığında farklılıklara dayalı çatışmaların aslında tekçiliğe dayalı anlayışla ve ötekiyi dışlayıcı zihniyetle yakından ilişkili olduğu görülmektedir.
Bu anlayışlar çoğu zaman farklılıklara yönelik bir asimilasyon ve imha politikasına zemin hazırlamış; bu doğrultuda farklılıkların kendilerini nasıl gördükleri ve tanımladıkları değil, egemenlerin onları nasıl tanımladığı ve gördüğü esastır.
Medine Sözleşmesi hicretin ilk yılında, miladi 622 yılında imzalanmıştır.
Sözleşmenin ilk 23 maddesi Müslüman Bloğun Muhacir ve Ensar kanatları arasında Enes b. Malik’in evinde; diğer maddeleri de Müslümanlarla Yahudiler arasında olmak üzere Bint Haris’in evinde yazılmıştır.
Hz. Peygamber tüm bu farklı kesimlerin eşit hak ve hukuk çerçevesinde bir “konfederasyon” çatısı altında barış içerisinde yaşamaları için üstün dehasının bir ürünü olan yazılı bir sözleşme hazırlattı ki tarihte buna "Medine Sözleşmesi" veya "Medine Vesikası" denir.
Paragraf ve cümleler şeklinde yazılan bu sözleşme, üzerinde daha rahat çalışılması ve analiz edilmesi amacıyla çağdaş araştırmacılar tarafından maddelendirilmiştir.
Sözleşmedeki paragraf ve cümlelerin birbirinden ayrı veya birbirine bağlı oluşlarına göre bu maddeler bazı araştırmalarda 47, bazılarında ise 52 olarak sıralanmıştır.
Dolayısıyla makalemizde maddeler referans verilirken 47’ye veya 52’ye göre olduklarına işaret edilmiştir.
SÖZLEŞME ÖNCESİ HAZIRLIK AŞAMASI
1. Kardeş Aileler Projesi
Mal ve mülkünü, evini ve barkını, kısmen de bölünmüş aileler olarak aile fertlerinden bazılarını Mekke’de bırakıp Medine’ye hicret eden Muhacirlerin bu yeni yere uyum sağlamaları kolay bir şey değildi. Hicretin üzerinden yaklaşık beş ay geçtikten sonra Hz. Peygamber’in teşvikiyle Muhacir ailelerin temsilcileri ile Ensar ailelerin temsilcileri toplanarak kardeş aile projesini hayata geçirdiler.
MEDİNE SÖZLEŞMESİ’NİN TEMEL İLKELERİ 1. Sözleşmenin Yazıya Geçirilerek Bağlayıcı Olmasının Sağlanması
Etnik ve Dini Kesimlerin Hazır Olması ve İsmen Tescil Edilip Tanınması
Eğer ortak bir vatandan bahsedilecekse bunun en belirgin göstergesi o vatanda yaşayanların kendi etnik ve dini kimlikleri ile yazılı olarak tescil edilmesidir.
Medine sözleşmesinin taraftarı ve muhatabı olan kesimlerin tümü kendi etnik ve inanç kimlikleriyle tescil edilmişlerdir. Hatta Sözleşmenin tarafı olan kabile ve kollar da tek tek kendi isimleriyle kaydedilmiştir.
“Hâkimiyet Değil, Katılım”
Medine Sözleşmesi “hâkimiyet” değil, “katılım” temeline dayanan bir projedir.
Bu ilke sayesinde bir tarafın başka bir taraf veya taraflar üzerinde baskı kurmaya kalkışması önlenmiş; sözleşmeye onay veren sosyal sınıflar birbirlerini doğal realite olarak kabul ederek birbirlerinin yaşama ve düşünme biçimlerine saygı göstermeleri sağlanmıştır.
SONUÇ
Ahmet Arslan’ın da ifade ettiği gibi akla şöyle bir soru gelebilir: İslam’ın temelde insana insan olduğu için değer veren eşitlikçi bir din olduğu ortadayken ve bunu ispat eden söz ve eylemler, Hz. Peygamber ve ilk dört halife zamanlarında uygulanmışken, bu eşitliğe sonraki dönemlerde neden riayet edilmemiştir?
Örneğin erkeklerle kadınlar, hürlerle köleler ve Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasında ayrıma gidilmiş, bu ayrıma bizzat Kur’an ve Sünnetin bazı verileri dayanak gösterilmiştir!..
Bu soru gibi onun özlü cevabını da Sayın Arslan veriyor ve biz de katılıyoruz: “Tabi ki bu durum İslam’ın kendi ilkelerinden çok onun içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve kültürel şartlardan kaynaklanmaktadır”.
Aslında İslam’ın özellikle Emevîlerden başlayarak devam eden süreçlerinde eşitlik noktasında teori ile pratik arasında görülen anti eşitlikçi bazı tutum ve davranışların benzerlerine Batı Demokrasisinin tarihinde de rastlanmaktadır. Yani eşitliği ilke edinmiş Batı Demokrasisinde de teori ile pratik arasında bazı çelişkiler yaşanmış ve yaşanmaktadır.
Örneğin Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ve Anayasası eşitlik ilkesini savunmasına rağmen G. Washington kendi çiftliğinde siyah köleleri bulundurmakta sakınca görmemiştir.
Amerikan Kurucu Babaları Döneminde hiçbir beyaz erkek eşitlik ilkesinin kadınları ve siyah köleleri de içerdiğini düşünmemiştir.
Amerika Birleşik Devletleri gibi bir ülkede bu tuhaf durum ve çelişki ancak 1960’lı yıllarda Medeni Haklar Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda köleliğin kaldırılması ancak XIX. Yüzyılın ikinci yarısında, kadınlara oy hakkı verilmesi ise ancak XX. yüzyılın birinci yarısında gerçekleşmiştir.
Bu tespitlerden de anlaşıldığı gibi anti eşitlikçi uygulamalarda suç İslam’ın veya Demokrasi’nin değil; "İslam ve Demokrasi" adına İslam ve Demokrasi'ye rağmen halkları anti eşitlikçi ve diktatörce yöneten iktidar mekanizmalarınındır.
Dolayısıyla asıl mücadeleyi İslam’ı da Demokrasiyi de bu iktidarlardan kurtarmak için vermek gerekir.
Makalemizi Ali Bulaç’ın Medine Sözleşmesi’yle ilgili şu sözleriyle bitiriyoruz:
Kur’an, Hadis kaynakları ve İslam Hukuku bu projeyi teyid eden ve geliştiren zengin hükümler taşımaktadır.
Yıllardır süren Arap-İsrail savaşları, Azerî-Ermenî çatışmaları, Lübnan'ın dini bölünmüş yapısı, Kürt sorunu vb. sayısız çatışma ve savaş sebebinin var olduğu bölgemizde bütün dini, etnik ve siyasî grupları sözleşme temelinde bir arada yaşatacak ortak, gönüllü ve katılıma dayalı çoğulcu projelere ihtiyacımız vardır”.
Kaynak:
Prof Kadri Yıldırım Güneydoğu Güncel Gazetesi 2020 Arşivi
gaziantep escort,gaziantep escort
başakşehir escort,ikitelli escort,güneşli escort,kayaşehir escort,bağcılar escort,esenler escort,eyüp escort,güneşli escort,kumburgaz escort,topkapı escort
flyjota.com Deneme bonusu veren siteler Deneme bonusu veren siteler Deneme bonusu
deneme bonusu bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler
deneme bonusu veren siteler bonus veren siteler
deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler casino siteleri