Bugun...


Zeki Özer

facebook-paylas
Kadına yönelik şiddet son bulmalı!
Tarih: 25-11-2020 00:03:00 Güncelleme: 25-11-2020 00:03:00


Kadınla erkek arasında asırlardır süregelen eşit olmayan güç ilişkilerinin ve mücadelesinin bir yansıması olan kadına yönelik şiddet; ağır bir insan hakkı ihlali ve ciddi bir toplumsal sorun olarak kültürel, ekonomik, coğrafi sınır tanımaksızın tüm dünyada ve ülkemizde varlığını sürdürmektedir.

Uluslararası kamuoyunda kadına yönelik şiddetin bir insan hakları ihlali olarak ele alınmasının en önemli sonucu, bu konuda devletlerin sorumlu kılınmasıdır.

 Bugün gelinen noktada, kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması devletlerin hem uluslararası hem de bölgesel düzeydeki taahhütlerinin bir gereğidir. Böylece kadına yönelik şiddetin izlenmesi, devletlerin bu konuda aldıkları önlemlerin takip edilmesi için çeşitli mekanizmalar kurulmuştur.

 Kadına yönelik şiddet artık sadece kadın meselesi değil; kadın ya da erkek tüm insan hakları savunucularının üzerinde çalıştıkları bir konudur. Bu nedenle kadına yönelik şiddet konusunun bütüncül bir yaklaşımla ve tüm sektörlerin işbirliği ile ele alınması gerekmektedir. Uluslararası kuruluşların çeşitli birimlerinde, hükümetler arası konferanslarda ve zirvelerde kadına yönelik şiddet konusu sürekli gündemde tutulmaktadır. Peki, bu kadar devletler kadına yönelik şiddetin durdurması üzerinde durması ve çıkarılan bunca yasalar neden kadınlara yönelik cinayetler, işkenceler hız kesilmiyor. Bu işten bir eksiklik var bu konuda İslam ne diyor ona bir bakalım.

Yaşadığımız çağ, modern insanın geleneksel değerlerden önemli ölçüde koptuğu ve yerine günün koşulları gereğince farklı yaşam deneyimlerini esas aldığı bir zaman kesiti olma özelliğini taşımaktadır. Modern hayat, bir taraftan insanoğluna bazı kolaylıkları ve farklı yaşam seçeneklerini sunarken, diğer taraftan da ‘insan oluş’a dair bir takım değerlerin buharlaşmasına neden olmaktadır.

Basında hemen her gün görmeye alıştığımız aile dramları, kapkaç vurgunları, töre cinayetleri, kadın ve çocuklara yönelik şiddet ve hasılı benzer felaket haberleri neredeyse sıradan hadiseler haline gelmiştir. Hiç şüphesiz bu olayların nedenleri sorgulanırken bunları tek bir sebebe irca etmek doğru değildir. Sorunun hem dinî ve kültürel, hem sosyal ve psikolojik, hem de küresel boyutlarının bulunduğunu söylemek daha gerçekçi bir yaklaşım olsa gerektir.

İslam geleneğinde kadının konumu ve kadına yönelik sorunların çözümü konusuna geçmeden önce, İslam’ın doğduğu coğrafyada Arap toplumunun genel yapısı içerisinde kadın ve özellikle kız çocukları hakkındaki telakkilere kısaca bakmakta yarar vardır. Kaynakların bize verdiği bilgiler, Cahiliye dönemi Araplarının kız çocuğuna karşı takındıkları tavrın, sosyal bir yara ve hatta açık bir cinayet şekline dönüştüğünü göstermektedir. Kız çocuğu ailede bakımı ve büyütülmesi istenilmeyecek kadar değersiz bir meta ve sosyal yönden varlığı utanç duyulacak kadar sorun edinilen bir konuma düşmüş durumdaydı. Nitekim Kuran-ı Kerim’de de işaret edildiği gibi, ekonomik ve sosyal endişelerle öldürülen bu çocukların durumu, adeta toplumun yüzkarası haline gelmişti. Kur’an-ı Kerim, Câhiliye toplumundaki bu talihsiz olayı çok dramatik bir üslupla dile getirir: “Onlardan birine bir kızının dünyaya geldiği müjdelenince, öfkesinden ve üzüntüsünden, yüzü mosmor kesilir. Müjdelendiği bu kötü haberin etkisiyle utanıp eşinden dostundan saklanmaya çalışır. Şimdi ne yapsın: Hor, hakir, itilip kakılan bir bela olarak onu hayatta mı bıraksın, yoksa toprağa mı gömsün, ne yapsın? Diye kara kara düşünür!

İslam’ın doğuşu sonrasında, daha önce bu tür bir bahtsızlığı yaşamış olan bazı sahabeler, kız çocuklarını nasıl diri diri toprağa gömdüklerini anlatarak o gün yaptıklarını büyük bir bilinçsizlik olarak esefle hatırlarlardı. Hz. Peygamber’de duyduklarından etkilenir ve gözyaşlarını tutamazdı. Nitekim sahabeden biri O’na kendi öz evladını nasıl gömdüğünü şöyle anlatmıştı: “Ey Allah’ın Elçisi! Biz Cahiliye döneminde putlara tapan ve çocuklarımızı öldüren bir millettik. Bir kızım dünyaya gelmişti. Konuşacak çağa ulaşmış, sesini duyunca sevinir mesut olurdum. Toplumsal baskıyla olsa gerek Bir gün onu yanıma çağırdım ve peşim sıra götürdüm. Sonunda bir kuyunun başına geldik. Kızımın hiçbir şeyden haberi yoktu. Kuyunun başında elinden tuttum ve oraya doğru attım. Duyduğum en son sözü, “Babacığım, babacığım!” diye yankılanan çığlığıydı!

Bu olayı her dinleyişinde Allah Resûlü gözyaşlarına boğulur ve sakal-ı şerifi ıslanıncaya kadar ağlardı. Resûlü Ekrem (a.s.) buna rağmen adamı: “(Şunu iyi bil ki) Allah (c.c.) Câhiliye’de işlenen kötülük (ve günahları) silmiştir. Sen bundan böyle iyi şeyler yapmaya devam et!”  diyerek teskin etmişti.

Cahiliye’nin üzerinden yirmi bir asır geçmiş olmasına rağmen, yaşadığımız coğrafyada benzer bazı gerekçelerle ve sözde töre bahane edilerek masum kız çocuklarına, kadınlara reva görülen tecavüz ve cinayet olayları, günümüzde yaşayan kimi insan topluluklarının hala modern dönemde ‘cahiliye’yi yaşadıklarını göstermektedir. Yüzyıllar geçse de insanî erdemlerden nasibini almamış, bilinç yoksunu birey ve toplumlar, bu karanlık dönemin izlerini sürmekten kendilerini alamamaktadırlar. Yine insanî hiçbir gerekçeye dayanmadığı halde sadece heva ve hevesinin kölesi olmuş günümüz modern insanı, hiç acımadan Yüce Yaratıcı’nın can bahşettiği masum kadınlarımıza şiddet, işkence, tecavüz, cinayetler gibi yüz kızartıcı bir eylemin esiri olmaktan kendini kurtaramamıştır.

İslam öncesi dönemde kadına karşı takınılan bu aşağılama tavrı konusunda Hz. Ömer’in (r.a.) şu sözleri de meseleyi tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır: “Biz Cahiliye döneminde kadınları bir şey yerine koymazdık. İslam gelip de Allah onlar (la iyi ilişkiler kurmamız konusunda bizi) uyarınca, onların da bizim üzerimizde hakları olduğunu anladık..”Hz.Ömer’in bu sözleri İslam öncesi kadının konumuna ilişkin bir itiraf niteliğindedir.

Öncelikle ifade etmeliyiz ki, İslam dini, gerek İslam öncesi Arap toplumundaki dinî anlayış ve gerekse yerleşmiş örf ve adetlere nispetle kadının sosyal, ekonomik ve hukukî konumunda çok önemli değişiklikler yapmıştır. Her şeyden önce Kur’an-ı Kerim, insan olması bakımından kadını erkekle eşit bir varlık olarak kabul etmiştir. Yüce Allah, insanların birbirleriyle kaynaşıp daha huzurlu ve mutlu yaşamaları için erkek ve kadını birbirlerine eş olarak yaratmıştır: “Kaynaşmanız için size kendi(cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.”

Günümüz toplumlarında kadına yönelik şiddet eğilimleri, her türlü eğitim faaliyeti ve yasal önlemlere rağmen varlığını sürdürmektedir. Her halükarda bunun, çözümü zor ve çok yönlü bir sorun olduğu ortadadır. Bu sorunu tümüyle ortadan kaldırmak ideal bir hedef olmakla birlikte, bu hedefe ulaşabilmek kolay değildir. Ancak en etkili çözüm yolu, insanların beşerî ilişkilerini tanzim eden dinî ve ahlaki öğretileri bilinç düzeyinde kavrayıp benimsemiş, yaptığı her davranışın hesabını yüce bir Kudret’e vereceği mesuliyetini taşıyan vicdanlı bireyler yetiştirmekten geçmektedir.

Hz. Peygamber’in kadınlara tanıdığı haklar ve bu haklara riayetin dinî bir yükümlülük olduğunun kavranması, sahabe neslinde çok kısa zaman içerisinde etkisini göstermiş ve kadın, kendisine tanınan bu haklar sayesinde gerçek kimliğini ve saygınlığını kazanmıştır. Dolayısıyla insanların düşünce ve yaşantılarında özümsenmiş gerçek dinî ve ahlaki değerlerin varlığı, bu gibi sorunların çözümü konusunda etkin bir role sahiptir.

 



Bu yazı 4626 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
YUKARI