|
Tweet |
Mehmet Zeki ÖZER
Diyarbakır İl Müftü Yardımcısı Fatime Kartı, Cuma Sohbeti konuğu olarak katıldığı programda çarpıcı açıklamalarda bulunarak tarih boyunca adaletsizliğe ve gücün kötüye kullanımına dikkat çekti. Kartı, gücünü adaletten yana kullananların önemini vurguladı ve peygamberlerin bu konudaki öncülüğüne işaret etti. Bu adalet savaşçıları ibreyi olması gereken noktaya getirmişler ancak durum kısa süre içerisinde gücü kendi lehinde kullanan zalimler tarafından tersine döndürülmüştür.
İslam’ın eşitlik ve adaleti tesis etme konusunda hassas davranmasının temel sebebi, insanların birbirlerine tahakkümünü ortadan kaldırarak, sadece Allah’a kul olmalarını hedeflemesidir. Başka bir deyişle bu durum tevhid ahlakının bir sonucudur. Yüce Rabbimiz Yahudi ve Hristiyanlar şahsında insanların Allah Tealayla doğuştan getirdiği kurbiyet iddialarını reddeder. “Yahudiler ve Hristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız” dediler. De ki: “Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Gerçek şu ki, siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz.” (Allah) dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunanların da hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak O’nadır.” (Maide 18) Yüce dinimiz bütün ilişkilerde olduğu gibi erkek-kadın arasındaki ilişkiyi de bu düzlemde değerlendirmiş, bir cinsin diğer cinse tahakkümü anlamına gelebilecek her türlü düşünce ve davranışla mücadele etmiştir. “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat/13) Tek başına bu Ayet-i Kerime bile İslam’ın konuya yaklaşımını anlamak için yeterlidir. Kastedilen anlam, herkesin hilkatte eşit olduğudur. Hiç kimse doğuştan imtiyazlı doğmaz, ne cinsiyeti ne de milliyeti onu ayrıcalıklı kılmaz. Ayet-i Kerimede cinsiyet ve milliyetin zikredilmesi insanların ekseriyetle bu iki konuda birbirlerine üstünlük taslamalarından kaynaklanmaktadır. Bilakis, insanlar açısından üstünlük olarak kabul edilen cinsiyet, ırk, renk, güzellik, mal, makam, şöhret, güç gibi her türlü özellik, İslam’a göre asla ölçüt değildir. İlahi değer yargılarına göre en kıymetli, en saygıdeğer insan; ahlaki erdemler bakımından en önde olan insandır.
Bu manada insanlar arasında her türlü ayrımcılığı reddeden hadislerden sadece bir tanesini zikretmek bile Son Peygamber’in (s.a.v.) konuya yaklaşımını anlatmak için fazla söze hacet bırakmaz “Kadın ve erkek bir bütünün iki eşit parçasıdır” (Ebu Davud, Taharet 94; Tirmizi, Taharet 82)
Nitekim İslam gelmeden önce kadına yönelik şiddet açısından tarih, en karanlık dönemini yaşarken, İslam geldikten sonra kısa süre içerisinde kadın, her açıdan erkekten bağımsız bir şahsiyet olma durumunu sergileyebilmiştir. Sevgili peygamberimiz ibadetten savaşa, biattan fikir alışverişine kadar kadınla erkek arasında hiçbir ayırım yapmamış, uygulamaları ile ümmete örneklik teşkil etmiştir. Kendilerine Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatını rehber edinenler, onun hayatının hiçbir döneminde ne eşlerine, ne hizmetçilerine ne çocuklara ne de hayvanlara en ufak bir şiddet eyleminin bulunmadığına şahit olacaklardır.
Onun hayat veren tavsiyelerinden birkaçına kulak verelim;
“Mü’minlerin iman bakımından en kusursuzu, ahlâkı en güzel olanıdır. Ahlâkı en güzel olanınız da kadınlarına en güzel davrananınızdır.” (Tirmizî, Rada, 11; Ebu Davud, Sünnet, 16)
“Kadınlarınızı nasıl hayvan döver gibi dövüyor, sonra da akşam olunca onlarla beraber oluyorsunuz?” Buna rağmen eşlerini dövenlere şöyle der: “Dövün (ancak bilin ki kadını) sadece şerlileriniz döver.” (İbn-i Sa'd, 8/205)
“Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım.” (Tirmizî, Menakıb, 63)
Hz. Aişe Vâlidemiz anlatıyor: “Allah Resûlü (s.a.s.), bir gece bana hitaben; ‘Ya Aişe’, dedi, ‘müsaade eder misin, bu gece Rabbimle beraber olayım?' Ben, ‘Yâ Resulallah! Seninle olmayı isterim; fakat senin istediğini daha çok isterim.’ dedim. Sonra, Allah Resulü (s.a.s.) abdest aldı, namaza durdu, kıraatinde ‘İnne fi halkissemavati ve’l ardi’ ayetini okudu, okudu ve sabaha kadar gözyaşı döktü.”
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s.a.s.) nafile ibadetlerini yapmak için bile, büyük bir nezaket örneği göstererek eşinin gönlünü alıyor, rızasını gözetiyordu.
Ancak Hz. Peygamber’den kısa bir süre sonra bu olumlu gelişmeler yerini eski cahiliye devri zihniyetine ve uygulamalarına bıraktı. Yani tarih tekerrür etmiş ve yine güçlü olan adaletten saparak güçsüz olanı tahakkümü altına almaya çalışmıştır. Abdullah b. Ömer’in şu tarihi itirafı meydana gelen inhirafı en güzel şekilde özetleyerek konuyu anlamamıza yardımcı olacaktır: “Hz. Peygamber devrinde, hakkımızda ayet nazil olur korkusuyla hanımlarımıza elimizi ve dilimizi uzatmaktan sakınırdık. Hz. Peygamber vefat edince dilimizi ve ellerimizi onlara uzatma konusunda daha rahat davranmaya başladık.”(Buhârî, VI, 146, Nikâh, 80)
Daha da üzücü olanı ise yapılan yanlışları; adaleti tesis etmek, her çeşit şiddet ve ayrımcılığı ortadan kaldırarak insan onuruna yakışır şekilde yaşamayı hedefleyen İslam’a mal edilmesi olmuştur. Dini Mübini İslamda olmayan ve dinimizin yanlış anlaşılmasına sebebiyet veren her çeşit şiddet mantalitesini ve eylemini delilleri ile ortaya koyarak reddetmek bilinçli her Müslümanın boynunun borcudur.
Şiddetin her türü; toplumdaki problemleri derinleştirerek sorunların çözülmesini içinden çıkılmaz hale getirir. Zira şiddet, insanlar arasındaki sevginin yok edilmesine neden olup onun yerini kin ve nefretin doldurmasına sebebiyet verir. Özellikle de eşler arasında meydana gelen problemlerin baskı, şiddet ve dövmekle değil, sevgi ve merhameti hakim kılarak sağlıklı bir iletişimle aşılması esastır. Ancak sevgi ve merhamet yuvası olan evlerde sağlıklı nesillerin yetişmesi mümkün olabilir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Şiddetin bir çok sebebi olmakla beraber önemli sebeplerinden birisi de, şiddet uygulayanların kendilerini, şiddet uyguladıkları insanlara karşı imtiyazlı görmeleridir. Nitekim savaşların çoğu da bu mantaliteden beslenir. Bugün İsrail’in Filistinlilere reva gördüğü mezalim, üstün ırk oldukları, diğer insanların kendilerine hizmet etmek için yaratıldığı fikrinden kaynaklanmaktadır. Bu fikirlerini dini referanslarla desteklemeleri, otoritelerin tarih boyunca yaptıkları zulümlere dini kisve giydirme çabaları olarak değerlendirilmelidir. Ancak adaleti ayakta tutmakla emredilen Müslümanlar; sahih dinden beslenip Kur’anın hayat veren mesajlarıyla tanıştıkça ve rahmet peygamberinin (s.a.s.) engin sevgi ve hoş görüsüyle buluştukça toplumun tüm kesimlerinde zulmün her çeşidini engellemeyi şiar edinecekler ve bunun mücadelesini vereceklerdir.
