Mehmet Zeki Özer
Bir şehrin gerçek haritası, onun yollarında değil; camilerinin minarelerinde yankılanan ezanlarda gizlidir.
Ezanın sesi o şehrin ruhudur.
Bir caminin ışıkları sabahın seherinde yanıyorsa, orada hâlâ dua eden bir yürek, hizmet eden bir imam, ümide tutunan bir toplum vardır.
Camiler, bu ümmetin hem kalbi hem hafızasıdır.
Ve bu kalbi diri tutanlar, mihrap başında sabırla duran o sessiz kahramanlar —din görevlileridir.
Peygamber ve Cami: Bir Uygarlığın Kalbi
Hz. Muhammed (s.a.v.) Medine’ye hicret ettiğinde ilk işi bir cami inşa etmek oldu: Mescid-i Nebevî.
Basit hurma dallarından yapılmış bir mescitti belki ama, o mütevazı yapının içinde bir medeniyetin temelleri atıldı.
Mescid-i Nebevî sadece bir ibadet mekânı değildi.
Orası aynı zamanda:
• Bir mektepti: Kur’an dersleri, ilim halkaları, eğitim faaliyetleri orada yapılırdı.
• Bir meclisti: Toplumsal meseleler, kabileler arası anlaşmazlıklar orada konuşulurdu.
• Bir adalet yeriydi: Peygamberimiz orada adalet dağıtır, insanlar hakkını o duvarların içinde arardı.
• Bir kardeşlik ocağıydı: Muhacirle ensar orada tanışır, orada kardeş olurdu.
Yani cami, ibadetin ötesinde bir hayat merkeziydi.
Peygamberimiz (s.a.s.) için mescit, toplumun hem kalbi hem beyniydi; hem maneviyatın mekânı, hem de aklın rehberiydi.
Bugün bu anlayışı kaybettiğimizde, camiler sadece beton duvarlara, ibadetler sadece biçimlere dönüşür.
Oysa Peygamber’in inşa ettiği cami, insanı dönüştüren bir ruha sahipti.
Peygamber’in Cami Hayatı: Örnekliğin Merkezi
Hz. Peygamber (s.a.s.) sadece caminin imamı değil; camide yaşayan bir önderdi.
Mescidin her köşesinde onun hayatının bir izine rastlanırdı.
Bir gün fakir bir sahâbînin derdini dinler,
bir başka gün gençlerin sorularına cevap verir,
bazen sabaha kadar ümmeti için dua eder,
bazen de mescidin avlusunda yorgun bir yolcuya barınak olurdu.
Cami, onun hayatında ibadet ile insan sevgisinin buluştuğu yerdi.
İşte bu yüzden Mescid-i Nebevî, sadece bir ibadetgâh değil; bir gönül mektebi idi.
Bugünün Camileri: Geçmişin İzinde, Geleceğin Umudu
Zaman değişti, şehirler büyüdü, insanlar kalabalıklaştı.
Ama insanın içindeki huzur arayışı hiç değişmedi.
Teknolojinin gürültüsü, insanın ruhunu susturur oldu.
İşte bu çağda camiler, modern yalnızlığın ortasında bir sığınak hâline geldi.
Cami, günümüzde sadece namaz kılınan bir yer değil;
insanların merhameti, dayanışmayı, kardeşliği yeniden öğrendiği bir mekân olmalıdır.
Bir genç yönünü kaybettiğinde,
bir yaşlı kendini yalnız hissettiğinde,
bir aile sıkıntıya düştüğünde,
bir kadın dertleşecek bir ses aradığında,
cami onların ilk durağı olmalıdır.
Çünkü cami, toplumun kalbidir.
Kalp atmayı bıraktığında, bedenin canlılığı da biter.
Aynı şekilde camiler sessizleştiğinde, toplumun ruhu da sönmeye başlar.
Din Görevlileri: Ruhun Hizmetkârları
Camiler taşla değil, insanla ayakta durur.
O insan da çoğu zaman bir din görevlisidir.
İmamlar ve müezzinler, sabahın sessizliğinde ilk uyanan,
günün karmaşasında sabrı öğreten,
gecenin huzurunda dua eden kişilerdir.
Onlar sadece namaz kıldırmaz;
çocuğa ahlakı, gence yönü, yaşlıya ümidi hatırlatırlar.
Bir cenazede sabır, bir düğünde dua, bir hutbede umut olurlar.
Bir imam, yalnızca mihrapta değil;
okulda, hastanede, taziyede, cami avlusunda da rehberdir.
Onlar toplumun manevi doktorlarıdır.
Kalp kırıklarını onarır, inanç yaralarını sarar, karanlıkta kalan gönüllere ışık taşırlar.
Ve bütün bunları, çoğu zaman alkış beklemeden, görünmeden yaparlar.
Çünkü bilirler ki, bu yolun adı hizmettir,
bu yolun yönü mihraptır,
ve bu yolun rehberi Peygamber’dir.
Camiler ve Toplumsal Barış
Camiler, toplumu bir araya getiren en güçlü mekânlardır.
Cemaat safında zenginle fakir, gençle yaşlı, amirle memur yan yana durur.
Orada herkes eşittir; kimse kimseye üstün değildir.
İşte bu eşitlik duygusu, İslam’ın sosyal adaletinin temelidir.
Cami, barışın, kardeşliğin, yardımlaşmanın başladığı yerdir.
Bir toplumun dirliği, camideki saf düzeninde gizlidir.
İmamlar, bu birliğin gönül bekçileri, barış elçileridir.
Bir mahallede imam samimiyse, o mahallede huzur vardır.
Bir köyde cami ışığı yanıyorsa, o köyün kalbi atıyordur.
Bir şehirde ezan yankılanıyorsa, orada hâlâ umut vardır.
Yeniden Diriliş: Cami Ruhunun Canlanması
Bugünün dünyasında camiler, yeniden o Peygamberî ruha kavuşmalıdır.
Bunun için:
• Camiler sadece ibadet değil, eğitim ve paylaşım merkezleri olmalıdır.
• Din görevlileri cemaatin gönlüne dokunan rehberler olmalıdır.
• Gençler caminin içinde yetişmeli, orayı kendi evi gibi görmelidir.
• Kadınlar caminin dışında değil, hizmetin merkezinde olmalıdır.
Bir cami, çocukların gülüşüyle, gençlerin sorumluluğuyla, yaşlıların duasıyla anlam kazanır.
Cami, hayatla iç içe olduğunda, dinin gücü yeniden görünür olur.
Sonuç: Gönüllerin Mabedi
Unutmayalım:
Bir camiyi büyük yapan, kubbesinin yüksekliği değil;
orada yükselen samimi dualardır.
Bir imamı değerli kılan, sesinin gürlüğü değil;
gönüllere dokunuşudur.
Peygamberimizin mescidinde taş yoktu, ama ruh vardı.
O ruh, bugün her camide, her minarede, her din görevlisinin gönlünde yaşamaya devam ediyor.
Çünkü camiler sadece binalar değil; insanın Allah’la bağ kurduğu köprülerdir.
Ve o köprüleri ayakta tutanlar, sessizce dua eden, yüreğiyle hizmet eden, mihrapta sabırla duran din görevlileridir.
Ne güzel buyurmuştur bir gönül eri:
“ Bir imam susarsa, bir mahalle yetim kalır; bir cami kapanırsa, bir şehir yetimleşir.”
Yazımızı Allah Resûlü (s.a.s.)’in şu hadisyle bitirelim:
“Kim Allah rızası için bir mescit inşa ederse, Allah da ona cennette bir köşk inşa eder.”
(Buhârî, Salât, 65; Müslim, Mesâcid, 24)