Günümüzde ülkemizi yönetmek üzere seçtiğimiz kişilerin pek çoğu ne yazık ki yolsuzluk, usulsüzlük ve etik dışı davranışlarla anılır hale geldi. Bu durum ister istemez şu soruyu akla getiriyor: Bu insanlar nasıl oldu da yönetime talip oldular? Ve biz toplum olarak bu sürecin neresindeyiz?
Belki de en önce kendimize dönüp sormamız gerekiyor: Toplum olarak neyi savunuyoruz? Hakkı ve adaleti mi, yoksa işimize geleni mi? Sessizliğimiz ya da tepkisizliğimiz, yanlışları besliyor olabilir mi?
Bugün, yetki sahibi olan birçok kişinin, o yetkiyi kamunun yararına değil, kendi çıkarları doğrultusunda kullandığına tanık oluyoruz. Üstelik bunu savunanlar bile çıkabiliyor. Oysa adaletli bir toplumda, yanlış yapan kim olursa olsun hesap verir. Bu sadece mahkemelerin değil, aynı zamanda toplumun vicdanının da bir sınavıdır.
Bu yozlaşma sadece belli bir kesime ya da partiye ait değil. Her görüşten, her kurumdan örnekler verilebilir. Bu yüzden mesele, bireyleri değil sistemi ve toplumsal değerleri sorgulamakla ilgilidir. Kimse kendini tamamen temize çıkarmamalı.
Durumun bu hale gelmesinin birçok sebebi olabilir ama çözüm, ahlaki değerleri yeniden inşa etmekten geçiyor. Toplumsal vicdanı, adalet duygusunu, dürüstlüğü, kul hakkına saygıyı çocuklarımıza yeniden aşılamalıyız. Bu, sadece dinî inançla değil, insan olmanın temel erdemleriyle de yakından ilgilidir.
Özellikle kamu görevinde olanların hesap verilebilir olması gerekir. Memur maaşlarını günlerce tartışırken, bazı kesimlerin kendilerine bir gecede hak tanıması toplumsal adalet duygusunu zedeliyor. Bu, halkın güvenini yıpratan bir durumdur.
Unutmayalım ki, toplumu şekillendiren sadece yönetenler değil, aynı zamanda yönetilenlerdir. Bizler doğruyu, hakkı ve adaleti gerçekten savunursak, yanlışların kök salması mümkün olmaz. O yüzden değişim, bireyin kendi içinden başlar.
Umarım daha adil, daha dürüst ve daha vicdanlı bir toplum inşa edebiliriz. Bu da ancak ortak değerlerde buluşmak ve sesimizi barışçıl ama kararlı bir şekilde duyurmakla mümkündür.
Allah sonumuzu hayır etsin.