Aile yılı ilan ediliyor. Peki soruyorum: Yok oluşla karşı karşıya bırakılan aile nasıl ayağa kalkacak? Aile adeta ameliyat masasında can çekişirken, nasıl bir tedavi uygulanıyor da yeniden hayata dönecek?
Toplum neyse, onu yönetenler de odur. O hâlde biz kimi şikâyet ediyoruz? Biz seçiyoruz, biz yetki veriyoruz. Gidin bizim yerimize yasa yapın deniliyor; ancak aileyi yok eden yasalar yerli yerinde dururken aile nasıl düzelecek? Ailenin temeline dinamit yerleştirenlerden aileyi kurtarmalarını bekliyoruz.
Bugün karşımızda açık bir gerçek var: “Toplumsal cinsiyet eşitliği” adı altında yürütülen bir proje. Bu proje, yaratılış kanunlarına aykırıdır. Bu proje, İslam’a ve Müslümanlara açık bir meydan okumadır. Allah (c.c), kadını ve erkeği farklı yaratmıştır; bu farklılık bir eksiklik değil, fıtrattır. Dünyada bu projeyi en çok sahiplenen siyasi yapının kim olduğu da herkesin malumudur.
Çok geriye gitmeye gerek yok. Son yıllarda kültürümüze, örfümüze, adetlerimize ve inancımıza yönelik bilinçli projelerin hayata geçirildiğini görmemek için kör olmak gerekir. Aileye, topluma ve gelecek nesillere karşı sistematik bir saldırı yürütülmektedir. Değerlerimizin toplumdan kazınması için planlı ve organize bir çaba vardır.
Bu projelerin sahipleri, diziler ve televizyon ekranları aracılığıyla milletimizi ve özellikle gençlerimizi zehirlemektedir. Bize ait olmayan düşünce ve yaşam tarzları, siyaset eliyle meşrulaştırılmakta; gençlerimiz öz benliğinden koparılmaktadır. İnancımızda yeri olmayan, sapkın fikirlerin beslendiği alan maalesef siyasetin kendisi olmuştur.
Aileler dağılıyor, çocuklar anne-baba şefkatinden yoksun bırakılıyor. Süresiz nafaka gibi uygulamalar devam ediyor. Adalet Bakanı “gündemimizde yok” diyor. Demek ki aile tamamen yok olduktan sonra gündeme alınacak.
Daha da acısı şu: Son yıllarda yetişen gençlik; uyuşturucunun, şiddetin ve cinayetin içinde anılır hâle gelmiştir. Sokak başlarında uyuşturucu ile büyüyen bir nesilden söz ediyoruz. Buna rağmen bazı siyasi figürlerin, milyonların izlediği ekranlarda ortaya çıkan bu tabloyla iftihar ettiğine şahit oluyoruz. Bu, sadece bir yönetim zafiyeti değil, ahlaki bir çöküştür.
Benim çağrım nettir: Önce biz kendimizi düzeltmeliyiz. Biz doğru yola girersek, bizi yönetenler de doğru yolu bulmak zorunda kalır. Benim yönetenlere bir çağrım yok; çünkü aileyi yok edenler onlardır ve onlardan bir beklentim kalmamıştır.
Ancak gençleri değerlerinden koparan bu karanlık tabloya karşı çözüm üretmek, hepimizin ortak sorumluluğudur. Aileyi savunmak bir siyasi tercih değil, bir varoluş meselesidir.