Her geçen gün içimizde büyüyen bir yara var: -Diyarbakır artık Diyarbakırlının değil.
Bu memleketin sahibi olması gereken insanlar, kendi topraklarında misafir muamelesi görüyor.
Sokakta yürürken bile hissediyorsunuz bu yabancılığı.
Sanki birileri, yavaş yavaş bizi kendi şehrimizden uzaklaştırıyor, dışlıyor, pasifize ediyor.
Bugün dönüp bakalım…
Diyarbakır’ı yöneten kaç Diyarbakırlı kaldı?
Kamu kurumlarının başındaki isimlerin hangisi bu toprakların evladı?
Sağlık mı?
Tarım mı?
Milli Eğitim?
Devlet Su İşleri?
Karayolları?
Bu kurumların başındakileri farklı ilerde gelen insanlar.
Söz sahibi ve hakimiyeti elinde bulunan Siirtli, Bingöllü, Karadenizli. Elazığlı,
Adıyamanlı.
Her bir kurum, Diyarbakır dışından gelenler tarafından idare ediliyor.
Diyarbakır’ın kendi evlatları ya yurt dışına ya batıya ya da evlerine kapanmış durumda.
Bugün sağlık yatırımlarında Diyarbakır neden Elazığ’ın gerisinde?
Neden şehir hastanesi hâlâ tamamlanmadı, faaliyete geçmedi?
Gaziantep’e 225 sağlık personeli ataması yapılırken, Diyarbakır’ın doktor eksikliği neden görmezden geliniyor?
Cevap çok açık:
Çünkü Diyarbakırlılar, Diyarbakır’ı yönetmiyor.
Yani bu şehir, artık bizim elimizde değil.
Kendi kaderimize, başkaları hükmediyor.
Ve biz, buna alışıyoruz.
Bu sessizlik, bu kabulleniş, aslında en büyük çöküştür.
Eğitim desen farklı değil.
Diyarbakır Milli Eğitim’i Karadenizlilerin insafına bırakılmış.
Bugün LGS sonuçları ortada.
Sıralamalar, başarı oranları, yerleştirme tabloları içler acısı.
Diyarbakır’ın çocuklarına yazık değil mi?
Ben buradan bütün
Kendi toprağımızda kendi geleceğimizi kuramıyoruz.
Birbirimizi alkışlamayı bırakıp sorgulamaya başlamamız lazım.
Hizmeti, yatırımı, yöneticiyi, sistemi…
Hepsini sorgulamalıyız!
Bizim neyimiz eksik?
Neden her şey bizde yarım kalıyor?
Neden her başarı başkasına, her eksiklik bize yazılıyor?
Bu şehre sahip çıkmazsak, bu şehir bizi çoktan kaybetti demektir.
Artık birleşme zamanı.
Artık susma değil, konuşma zamanı.
Diyarbakır’ın bir daha Diyarbakırlı kalabilmesi için mücadele zamanı.
