Bugun...


Mehmet Zeki Özer

facebook-paylas
Âile Yılında Âile Yıkan Sistem
Tarih: 27-12-2025 00:03:00 Güncelleme: 27-12-2025 00:03:00


 


Geçen Çarşamba  yayımladığım “Aile can çekişirken ‘Aile Yılı’ ne anlama geliyor?” başlıklı yazımın yankıları sürerken, halktan gelen tepkileri paylaşma ihtiyacı duydum. 

Çünkü gelen mesajlar, sıradan bir serzeniş değil; siyasete, iktidara ve tüm karar alıcılara adeta bir “kendinize gelin” çağrısı niteliğinde.

Vatandaşın dili sert, öfkeli ama bir o kadar da gerçekçi. İnsanlar soruyor: 

_-Ne yapıyorsunuz? 

-Bu toplumu nereye sürüklüyorsunuz?

Halkın en temel itirazı şu noktada düğümleniyor:
Aile kavramı bile tekelleştirildi. 

Aile, toplumun en mahrem, en kutsal yapısı olmaktan çıkarılıp siyasi bir vitrin süsüne dönüştürüldü.

 İnsanların yatak odasına kadar giren bir anlayışla, çocuk sayısından aile içi ilişkilere kadar her şey belirlenmeye çalışılıyor.

Bugün 6284 sayılı yasa yok deniliyor ama pratikte tablo çok farklı. 

Ev içinde eş ya da çocuk, babayı bir şikâyetle savcılığa taşıdığı anda, çoğu zaman sorgusuz sualsiz bir uzaklaştırma kararı çıkıyor. 

Bir baba, kurduğu yuvadan, emeğini verdiği evinden, karga tulumba çıkarılıyor.

Vatandaş soruyor:
Aile kurulurken harcını, çatısını, duvarını ören babayı dinlemeden, onu evinden uzaklaştıran bir adalet sistemiyle “aile” ayakta kalabilir mi?

Bu sürecin suistimal edildiğini herkes biliyor. 

Kendi konforu için bu mekanizmayı kullanan aile bireyleri oluşmuş durumda. 

Sonuç ortada: Evinden uzaklaştırılan babaların önemli bir kısmı bir daha o eve geri dönemiyor. 

Bu dosyaların büyük bölümü boşanmayla sonuçlanıyor. 

Gazetelerin üçüncü sayfaları bu hikâyelerle dolu.

Daha acısı da var.

 Uzaklaştırma sürecinde yaşanan gerilim, kimi zaman şiddetle, kimi zaman cinayetle sonuçlanıyor. 

Peki bu süreçte çocukları kim koruyor? 

Yanlış yollara sürüklenen çocukların sorumluluğunu kim alıyor?

Savcılık eliyle verilen uzaklaştırma kararları, gerçekten eşleri koruyabiliyor mu?

 Maalesef hayır.

 Korunamayan eşler, korunamayan çocuklar ve dağılan aileler… 

Bu boşlukta insanlar ya çevresindeki kötü niyetli yapıların batağına sürükleniyor ya da kendi düzenini kurarken başkalarının düzenini bozuyor.

Toplum yavaş yavaş çürüyor.

 İnsanlar bedel ödemeden yaşamaya alıştırıldı. Emeğiyle kazanılmayan her rahatlığın, mutlaka bir faturası oluyor. O fatura da suç, şiddet ve ahlaki çöküş olarak karşımıza çıkıyor.

Bu işin sorumlusu toplum değil. Bu toplum yüzyıllardır var. Ancak böylesine derin bir çürümüşlüğü hiçbir dönemde yaşamadı.

 Saygı yok, sevgi yok, güven yok. En ince detayına kadar bunu hissediyoruz.

"Biz ülkeyi yönetsin, toplum yararına karar alsınlar." diye temsilcilerimizi Meclis’e gönderiyoruz. Bugün ise seçtiklerimizin kararlarını savunmasını, yanlışlarını açıklamasını beklerken; bunları “yandaş” sıfatıyla anılan, gazeteci olduğunu iddia eden kişilerden öğreniyoruz. 

Gündemi, halk değil; televizyon ekranlarına çıkan birkaç programcı belirliyor. Bunu herkes açıkça görüyor.

Toplumun bir kesimi derin bir uykuya dalmış durumda. 

Uyanık olanlar ise bezmiş. Hakkını aramaktan korkan, "Başına bir şey gelir." endişesiyle susan bir kitle oluşmuş.

 Fikrini beyan eden insanlar, iktidar erkânını geçtim, ekrandaki yorumcuları eleştirdiği için savcılıkla tanışıyor.

Öyle bir noktadayız ki; adam mahkemeye çıkıyor, neyle suçlandığını bilmiyor ama denetimli serbestlikle salındığı için seviniyor.

Ülkenin hali, aile kurumundan daha içler acısı. Aile dağılmış, adalet tartışmalı, toplum korku içinde… 

Biz hâlâ vitrin süsü başlıklarla, “Aile Yılı” gibi sloganlarla gerçeğin üzerini örtmeye çalışıyoruz.

Gerçek, artık örtülemeyecek kadar ağır.



Bu yazı 282 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
HABER ARA
GAZETEMİZ

YAZARLAR
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
YUKARI