Bugun...


Mehmet Zeki Özer

facebook-paylas
24 Temmuz: Kaldırılmamış Sansürün Bayramı mı?
Tarih: 24-07-2025 00:03:00 Güncelleme: 24-07-2025 00:03:00


 

Takvimler 24 Temmuz 1908’i gösterdiğinde, basın üzerindeki sansürün kaldırıldığı ilan edilmişti. “Basın özgürlüğü” adına bir milat sayıldı bu tarih. O günden bugüne tam 116 yıl geçti.

 Ama hâlâ bu ülkenin en büyük yalanlarından biri ayakta duruyor: Sansür kaldırıldı!

Peki, gerçekten kaldırıldı mı? 

Bir düşünelim.

 1908’de kaldırıldığı söylenen sansür, yalnızca matbaa makinelerinden kağıt alınmadan önce kontrol edilen satırlardı.

 Bugünse sansür, şekil değiştirmiş, evrilmiş ve çok daha sinsi, çok daha organize hale gelmiştir.

 Artık sansür, bir kurumun ya da müfettişin kırmızı kalemiyle değil, telefonlarla, mesajlarla, “listelerle”, ihale baskısıyla, reklam kesintileriyle, akreditasyon oyunlarıyla uygulanıyor. 

Kısacası, sansür kaldırılmadı; aksine sistemleştirildi!

Türkiye ikinci yüzyıla girdi ama basın hâlâ ilk yüzyılın kafesi içinde debeleniyor. 

Meclis’te bir vekil çıkıp da “yerel basını özgürleştirecek, kurumsal baskıları sonlandıracak” bir düzenleme getirebiliyor mu? 

Hayır!..

Çünkü basının susturulmuş hali, yönetenlerin işine geliyor.

Bakın, çok uzağa gitmeye gerek yok. 

Bugün Diyarbakır’da yaşananlar, 116 yıllık bu yalanın özetidir. 

Diyarbakır Valiliği, 24 Temmuz Basın Bayramı vesilesiyle yalnızca belirli gazetecileri davet ediyor.

Diğerleri? 

Dışlanıyor, yok sayılıyor, fişleniyor. 

Hangi kriterle? 

Kim belirliyor “makbul gazeteciyi? 

Bu ülkenin vatandaşı olan, bu şehrin havasını soluyan, bu halkın sorunlarını kaleme alan gazetecileri görmezden gelmek hangi aklın ürünüdür?

Sayın Vali’ye bilgi vermeyenlere sormak gerek: 
-Sayın Vali bu şehrin valisi mi yoksa belli bir medya grubunun temsilcisi mi? 

Basına açık olması gereken bir etkinlikte, basını ayırmak ne demek? 

Kimdir bu listeyi hazırlayan?

 Diyarbakır Valiliği içinde kendini medya bekçisi sanan kimler var?

Diyarbakır tarihinde basına karşı böylesine organize bir ayrımcılık, ancak bu dönemde bu kadar açıktan yapılmıştır.

 Bu uygulama, bir akreditasyon değildir, düpedüz sansürdür. 

Hem de valilik eliyle yapılan bir sansür.

Bu sansür ne ilktir ne de son olacak. 

Türkiye basını, tek parti döneminden bu yana baskının her türlüsünü yaşamış bir camiadır.

 1940’ların tek sesli medyasını da biliriz, 1950’lerin “özgürlükçü” DP döneminde bile kapatılan gazeteleri de…

 28 Şubat’ta “balans ayarı” verilen manşetleri, “bin yıl sürecek” denilen medyatik müdahaleleri de unutmadık. 

Bugün ise sansür çok daha sinsidir.

 Artık kimse doğrudan “bu haberi yazamazsın” demiyor. Onun yerine şöyle deniyor: 
Reklamı keseriz… 
Törene çağırmayız… Akreditasyon vermeyiz...

Daha açık söyleyelim: Bugün gazeteciler kalemlerini satmıyor belki ama hayatta kalmak için susturuluyorlar. 

Haber merkezlerinde oto-sansür bir refleks haline gelmiş. Patronlar haberden önce hükümete bakıyor.

 Muhabirler yazmadan önce “birimize zarar gelir mi” diye düşünüyor. Bu mudur özgürlük?

Hayır, beyler hayır!...

Basın özgürlüğü bu değildir. Basın, toplumun vicdanıdır. 

Yerel basın ise o toplumun aynasıdır, dili, nabzıdır. 

Bugün bir yerel gazeteci hâlâ mahalle arasında, gece saatlerinde, çay ocaklarında not defteriyle halkın derdini dinliyorsa, bu halkın ona ihtiyacı var demektir. 

Ve bu gazeteciyi dışlamak, onun kalemini kırmak, yalnızca onu değil, halkı da susturmaktır.

Özellikle valilikler, belediyeler ve tüm kamu kurumları yerel basını desteklemek zorundadır.

 Bu destek, sadece reklamla değil, hakkaniyetli davranarak, herkese eşit mesafede durarak, kenti temsil eden her gazeteciyi muhatap alarak sağlanır.

Basının görevi tetikçilik değildir, evet. Ama bu, basının köleleşmesi gerektiği anlamına da gelmez. 

Bir gazeteci gerçeği yazamıyorsa, yazdığında cezalandırılıyorsa, dışlanıyorsa, kapılar yüzüne kapatılıyorsa orada artık demokrasi yoktur. 

Orada devlet de, yönetim de meşruiyet krizi yaşıyordur.

Son olarak bir çift laf da kendimizi kandıranlara: Bugün 24 Temmuz’u “Basın Bayramı” olarak kutlayanlar, önce bir aynaya baksın. 

O aynada görecekleri şey ne bir bayram ne de bir özgürlük tablosu olacaktır. Gördükleri şey, korku, baskı, ayrımcılık ve susturulmuş kalemlerin utancıdır.

Bu tabloya “özgürlük” diyen varsa, ya gerçeği görmüyor ya da susturulmuş bir vicdanla yaşıyor demektir.



Bu yazı 4887 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI