Bugun...


Prof. Dr. Oktay Bozan

facebook-paylas
İçkale’deki Kaçış Tüneli Ne Zaman Turizme Açılıyor?
Tarih: 10-06-2025 00:02:00 Güncelleme: 10-06-2025 00:02:00


 

Bir önceki yazımızda, Diyarbakır’da yeraltı tünellerinin olup olmadığına dair bir yazı kaleme almıştık. Bu yazımızda ise, Diyarbakır İçkale’de olduğu söylenen “kaçış tüneli” hakkında bilgi vereceğiz. Bilindiği üzere, Diyarbakır tarih boyunca onlarca devletin idaresinde kalmış, hatta bazılarının başkenti olmuştur. Yüksek ve dayanıklı surları nedeniyle, şehri kuşatan devletlerin ve orduların burayı ele geçirmesi pek kolay olmamıştır. Sasani ve Roma gibi büyük imparatorlukların bu şehri ele geçirmek için aylarca, hatta yıllarca mücadele ettiği tarih sayfalarında yer almaktadır.

Kale şehirlerin kuşatılmasında, şehri ele geçirmenin yollarından biri, lağımlar kazarak surları çökertmektir. Diyarbakır tarihini ve şehrin el değiştirdiği süreçleri mercek altına aldığımızda, dışarıdan bir tünel kazılarak şehre sızmanın, istisnai de olsa, başarıldığı görülmektedir. Ancak, aylarca süren kuşatmalarda zor durumda kalan şehir savunucularının, gizli dehliz ve tüneller yoluyla çıkıp düşmana zayiat verdirdiği ya da yardım aldığı çok sık rastlanan bir durum değildir.

Bugün halk arasında, Diyarbakır’da bir kaçış tünelinin bulunduğuna dair bir inanç mevcuttur. Bu inancın, İslam tarihçisi Muhammed el-Vâkidî’ye ait olduğu söylenen “Fütûhu’ş-Şam” adlı eserde, Diyarbakır’ın Müslümanlar tarafından fethiyle ilgili aktarılanlara dayandığı söylenebilir. Öncelikle, bazı akademisyenlerin “Fütûhu’ş-Şam” adlı eserin Vâkidî’ye ait olmadığı yönündeki itirazlarını hatırlatmakta fayda vardır.

Söz konusu eserde, beş aylık bir kuşatma neticesinde İslam ordularının şehri fethettiği belirtilir. Halid b. Velid’in sorumluluk alanındaki “Dicle Kapısı” yakınlarındaki bir su dehlizinden girilerek fethin başlatıldığı, noktasal bir çatışma sonrasında ise “Fetih Kapısı”ndan giren ordu tarafından şehrin teslim alındığı anlatılır.

Şehir fethedilince, Vali Meryem’in; en güvendiği adamları, cariyeleri ve servetiyle birlikte, gizlice köşkün dibindeki yer altı yolundan Rum diyarına doğru kaçmayı başardığı ifade edilir. Sarayın dibinden girilen bu kaçış tünelinin nereden çıktığına dair eserde bir detay verilmezken, tespit edebildiğim kadarıyla Şevket Beysanoğlu, bu cümleden hareketle Melike Meryem’in “Seyrantepe”den çıktığını ileri sürmektedir. Beysanoğlu’nun bu değerlendirmesi, sonraki kaynaklarda da tekrar edilmiştir.

Böyle bir kaçış tüneli acaba var mıydı?

Roma tarihçisi Ammianus Marcellinus, Sasani Kralı II. Şapur’un MS. 359 yılındaki kuşatması sırasında  uzun süre Amid’de kalmış ve yoğun Sasani kuşatmasında görev yapmıştır. Antakyalı Ammianus Marcellinus, Roma Tarihi, adlı eserinde Diyarbakır'ın savunma yerlerinin özellikleri ve ahali hakkında önemli, hatta detaylı bilgiler vermesine rağmen böyle bir tünelden bahsetmez.  Aynı şekilde Müslümanların idaresine girmesinden 137 yıl önceki Sasani Kralı Kavad’ın 5 Ekim 502 Cumartesi günü başlayan ve uzun süre devam eden Diyarbakır kuşatmasında buna dair herhangi bir karine mevcut değildir. Mar Yeşua, Urfa ve Diyarbakır’ın Felaket Çağı (494-507), adlı eserinde İçkale’den dışarıya bir kaçış tüneli olduğuna dair bilgi yer almaz. Dönemin kaynakları, uzun ve acımasız Sasani kuşatması sırasında insanların yokluktan çocukları öldürerek etlerini yediğini acı tasvirlerle ortaya koyar. Şehri savunan Romalıların sabır ve inatla kuşatmaya direndiğini anlatır. Şayet bir kaçış tüneli olsaydı üst düzey kişiler şehir düşünce gizli tünelden kaçar ve hayatını kurtarırdı.

1046 yılında Diyarbakır’a gelen İranlı seyyah Nâsır-ı Hüsrev’in Sefername adlı eserinde şehirle ilgili çeşitli detaylar yer almakla birlikte, kale içerisinde bulunduğu iddia edilen kaçış tüneline dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Benzer şekilde, Selahaddin Eyyubi, Timur, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Safevî kuşatmalarını konu alan tarihî kaynaklarda da bu yapıya ilişkin herhangi bir karineye rastlanmamaktadır. Diyarbakır hakkında efsanevî ve abartılı anlatımlarıyla tanınan Evliya Çelebi dahi bu hususta herhangi bir bilgi aktarmamıştır.

Diyarbakır, son derece sağlam bir taş tabakası üzerine kurulmuş bir yerleşimdir. Bu durum, şehirde yürütülen altyapı çalışmaları sırasında açıkça gözlemlenebilmektedir. Böylesine sert bir zemin üzerine inşa edilmiş olan şehrin, kuzeydoğusunda yer alan İçkale’den Seyrantepe’ye ya da kent merkezinden birkaç kilometre uzaklığa kadar uzandığı öne sürülen bir kaçış tüneline sahip olması, teknik ve coğrafi koşullar göz önünde bulundurulduğunda, dönemin imkânlarıyla gerçekleştirilmiş olması ihtimalini kuşkuyla karşılamayı gerektirmektedir. Amida Höyük kazıları sırasında söz konusu kaçış tüneline dair bulguların elde edildiğine ilişkin bazı haberler basında yer almıştır. Türk Tarih Kurumu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle 2018 yılında başlatılan kazılar, şehrin yerleşim geçmişinin bilinenin çok daha öncesine dayandığını ortaya koymuş; ayrıca Diyarbakır’ın tarihine ilişkin önemli arkeolojik verilere ulaşılmıştır. Bununla birlikte, kazı başkanı Prof. Dr. İrfan Yıldız’a dayandırılarak basına yansıyan bazı haberlerde, Amida Höyük’teki bir su kaynağının "Meryem’in kaçtığı tünel" olarak tanımlanması dikkat çekmektedir. Ancak bu tür anlatımlar, bilimsel verilerle desteklenmediği sürece açıklanmaya muhtaç iddialar olarak değerlendirilmelidir. Söz konusu süreçte ben de Amida Höyük kazı alanını ziyaret etme ve kaçış tüneli olarak nitelendirilen yeri inceleme fırsatı bulmuştum. İlgili gazete haberinde kazı başkanının değerlendirmesi şu şekildedir:

 

 

 “Bir tünel vardı. Sarayın kaçış tüneli dediğimiz, içinde suyun olduğu tünel. Geçen yıl orada bir temizlik çalışması yapılmıştı. Bu yıl kazı çalışmaları yapıldı. Belki önümüzdeki dönemlerde bakanlık tarafından tünel onarıma alınacak. Diyarbakır’da tünellerden hep bahsedilirdi. İşte kaçış tüneli var, birbirine bağlayan tüneller var şeklinde. İslam döneminde Hz. Ömer döneminde Diyarbakır fethedildiği zaman; burada yönetici olarak bulunan Meryem-i Dara’nın burada bir tünelden kaçıp bugünkü Seyrantepe’den çıktığına dair rivayetler var. İslam Orduları Diyarbakır’ı fethederken şehit olan Sahabelerin bir tünelden, bir dehlizden içeri girdiği, Diyarbakır kapılarının öyle açıldığına dair o dönemin tarihçilerinin verdiği bilgiler var. Ama şimdiye kadar bu söylemlere dayanan tünel hikâyesi saray tünelini tespit etmemizle artık netlik kazandı. Biz burada bir kaçış tüneli olarak kullanılabilecek veya gizli tünel olarak kullanılabilecek bir tünelin varlığını tespit ettik. Önümüzdeki kazı çalışmalarında tünelin tamamını açıp Diyarbakır için turizme kazandıracağız. Bu çalışmanın Diyarbakır turizmine büyük katkısı olacak”.

Tigris Gaztesi’nde Mümin Ağcakaya’nın 14 Ekim 2019 tarihli röportajında kazı başkanı Prof. Dr. İrfan Yıldız şunları söylüyor: “Normalde Diyarbakır Amida Höyük içerisindeki gizli tünel hem kaçış tünelidir hem de su kaynağına açılan tüneldir. İçkale su kaynağı, Romalılar döneminde künklerle tünelin içerisine alınmış. İşte o tünelin içerisindeki su hem Romalılar döneminde hem de daha sonra El-Cezerî'nin geliştirdiği sistemle yukarı atılmış.”

Ağcakaya’nın “Tünel Efsaneydi, Gerçek Oldu” başlıklı haberinde, söz konusu efsanenin hangi veri ya da somut bulgularla gerçekliğe dönüştüğü net bir şekilde ortaya konmamaktadır. Haber, yalnızca bir su girişinden yola çıkarak, bu yapının Seyrantepe’ye kadar uzanan bir kaçış tüneline dönüşebileceği varsayımına dayanmaktadır. Oysa bu tür bir çıkarım, mevcut arkeolojik ya da bilimsel kanıtlarla desteklenmediği sürece spekülatif olmaktan öteye geçmemektedir.  Daha önce de belirtildiği üzere, eğer kale içinde gerçekten böyle bir kaçış tüneli var olsaydı, şehrin tarih boyunca maruz kaldığı şiddetli kuşatmalar sırasında yöneticilerin hayatta kalmak için bu tüneli kullanmaları beklenirdi. Ancak tarihsel kaynaklarda böyle bir kaçışa dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca her antik yerleşimin altında su kanalları veya benzeri altyapı yapılarının bulunması olağan bir durumdur. Özellikle saray veya idari yapıların altında kanalizasyon sistemlerine ya da su tahliye yollarına rastlanması muhtemeldir.

Bu bağlamda, yalnızca birkaç metre uzunluğunda olduğu gözlenen boşluğun “kaçış tüneli” olarak tanımlanması, bilimsel gerçeklikten uzak ve aceleci bir yorum olarak değerlendirilebilir. Arkeolojik açıdan yeterince açıklığa kavuşturulmamış ve uzman bir heyet tarafından doğrulanmamış bulguların kamuoyuna “hakikat” olarak sunulması, tarihe yanlış not düşmek demektir. Üstelik haberde heyecanla sunulan bu tünelin, şehir dışına uzanan güzergâhı bir yana, sur içerisindeki kısmı dahi tam anlamıyla tespit edilememiştir. Bu durumda akla gelen temel soru şudur: Bilimsel temellere dayanmayan bu tür iddialar, yalnızca gizem ve sansasyon yaratmak uğruna mı ortaya atılmaktadır? Tarihî ve arkeolojik konularda, spekülasyona değil, kanıta dayalı değerlendirmelere öncelik verilmesi gerektiği açıktır.

Basın yayın organlarında yer alan haberler, yalnızca güncel bilgi aktarmakla kalmaz; aynı zamanda uzun vadede tarihe not düşme işlevi de görür. Bu nedenle, mitolojik anlatılar ile tarihî gerçeklik arasındaki sınırın bulanıklaştırılması, gelecek kuşakların bilgiye ulaşımını ve doğru değerlendirmeler yapmasını güçleştirebilir. Bugün basında “gerçekleşmiş” gibi sunulan bir kaçış tüneli anlatısı, ileride bu konuya ilgi duyan araştırmacılar tarafından tarihsel bir gerçek olarak kabul edilme riskini taşımaktadır. Bu bağlamda, kamuoyunun henüz haberdar olmadığı gerçeklerin bilimsel veriler ışığında ortaya konulması, hem mevcut tarihsel bilginin doğrulanması hem de şehrin barındırdığı gizemli unsurların kültürel miras ve turizm potansiyeline dönüştürülmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, varlığı “keşfedildiği” şeklinde sunulan sözde “Meryem’in Kaçış Tüneli”nin (!) gerçekten mevcut olup olmadığının titizlikle araştırılması ve somut verilere dayalı biçimde gün yüzüne çıkarılması gerekmektedir. 1961-1962 yıllarında bölgede kazı çalışmaları yürüten ve günümüzdeki arkeolojik araştırmalara zemin hazırlayan Prof. Dr. Oktay Arslanapa da kazı raporlarında söz konusu tünelden herhangi bir şekilde bahsetmemektedir.

Bazı kaynaklardaki ifadelere dayanarak Diyarbakır’ın altında sığınak, depolama, kaçış ya da benzeri amaçlarla inşa edilmiş tünellerin varlığı öne sürülmektedir. Ancak mevcut tarihî kayıtlar ve eldeki bilgiler ışığında, bu tür yapıların var olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Arkeolojik kazılar ve restorasyon çalışmaları sırasında Diyarbakır’da çeşitli tünellerin ya da farklı yapı kalıntılarının ortaya çıkması ihtimal dâhilindedir. Bu tür yapıların bütünüyle var olmadığını iddia etmek elbette mümkün değildir. Ancak, bazı kaynaklara yapılan atıfların yeterince titiz bir analiz süzgecinden geçirilmemesi ya da mevcut olmayan yapıların varmış gibi sunulması, görmezden gelinebilecek bir durum değildir. Tarihsel ya da arkeolojik nitelikteki her bilgi, sorgulayıcı bir yaklaşımla ele alınmalı; dile getirilen iddialar, belgelerle desteklenmeden kamuoyuna aktarılmamalıdır. Aksi hâlde, sorgulanmayan sözlerin, abartılmış veya çarpıtılmış bilgilerin zamanla kolektif bellekte “doğru” olarak yer edinmesi kaçınılmazdır. Bu durum, yalnızca bilimsel bilgi üretimine zarar vermekle kalmaz; aynı zamanda tarihsel gerçekliğin tahrif edilmesine ve toplumun yanıltılmasına yol açar.

Bu konuda yapılan arşiv taramalarında, Ermeni meselesi, Millî Mücadele dönemi, Şeyh Said İsyanı gibi önemli toplumsal olaylar ile Diyarbakır’ın kuşatma dönemlerine ait binlerce belge incelenmiş, ancak söz konusu tünellere dair herhangi bir doğrudan kayıt ya da ima bulunamamıştır. Aynı şekilde, çeşitli dönemlerde görev yapmış valilerin, belediye başkanlarının ve askerî yetkililerin raporlarında da bu tür yapılara ilişkin herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Bu nedenle, öteden beri halk arasında anlatılagelen ve şehre gizemli bir boyut kattığı düşünülen bu iddiaların, inandırıcı ve somut bir dayanağa sahip olmadığı kanaatindeyim. Bugün bu türden haber ve yorumların yapılması, çoğu zaman tarihsel gerçeklikten çok, dikkat çekme ve gizem yaratma amacı taşımaktadır. Oysa tarihî yapıların değerlendirilmesinde, bilimsel ölçütler ve belgelere dayalı analizler esas alınmalı; efsaneler ile gerçekler arasındaki sınır titizlikle korunmalıdır.

 



Bu yazı 1335 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI