Bugun...


Ramazan Aktaş

facebook-paylas
Kaybolan Yüzyıl: Kürt Sorununun Bedeli 2
Tarih: 27-09-2025 01:26:00 Güncelleme: 27-09-2025 01:26:00


 

Cumhuriyet’in ilk yılları, kitaplarda hep bir başarı öyküsü olarak anlatılır. Yıkımdan çıkan bir toplumun yeniden ayağa kalkma çabasıydı bu. Ama o hikâyenin satır aralarında eksik bırakılan bir gerçek vardı: Kürtler. Devlet, kuruluş felsefesini “tek millet, tek dil, tek kültür” üzerine kurdu. Amaç birliği sağlamak belki, ama sonuç ötekileştirme oldu. Farklılıkları kucaklamak yerine yok saymak tercih edildi. Bunun bedelini de sadece Kürtler değil, bütün ülke ödedi.
Cumhuriyet’in daha ikinci yılında Şeyh Said İsyanı patlak verdi. Devletin cevabı çok sert oldu: Takrir-i Sükûn çıkarıldı, İstiklal Mahkemeleri kuruldu. İsyan bastırıldı ama bölge “potansiyel suçlu” ilan edildi. Kürtçe konuşmak yasaklandı, köyler yakıldı, insanlar sürgün edildi. Devletin otoritesi kısa süre için güçlenmiş gibi göründü ama uzun vadede halkla devletin arasındaki bağ koptu. Halk için Ankara, umut değil, korkunun merkezi haline geldi.
1937–38’de yaşanan Dersim Harekâtı, Cumhuriyet tarihinin en acı sayfalarından biri oldu. On binlerce insan öldürüldü, köyler boşaltıldı, kadınlar ve çocuklar sürgün edildi. Resmî anlatı bunu yıllarca “isyan bastırma” diye açıkladı. Ama halkın hafızasında bu, “devletin kendi vatandaşına açtığı savaş” olarak kaldı. Devlet ile halk arasındaki güven bağı neredeyse tamamen yıkıldı.
1934 İskân Kanunu’yla Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgeler dağıtıldı. Aileler köklerinden koparıldı, farklı illere gönderildi. Ama amaçlanan asimilasyon yerine yabancılaşma doğdu. Çünkü sürgün edilenler gittikleri yerlerde de kabul görmedi. Aynı yıllarda köy isimleri değiştirildi, Kürtçe yasaklandı, dengbejler susturuldu. Türküler, masallar tehdit gibi görüldü. Oysa yok sayılan şey aslında ülkenin en büyük kültürel zenginliğiydi.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Kürtler ağır vergiler ve zorunlu askerlikle karşı karşıya kaldı. 1950’lere gelindiğinde Demokrat Parti biraz daha yumuşak bir dil kullandı ama temel sorunlara dokunmadı. Baskılar görünmez oldu ama yok olmadı. Köy kahvelerinde radyolar açıldı, insanlar haberleri dinledi. Bir süre sonra şu soru dillendi: “Bizim türküler nerede?” Cevap çıkmadı. O yüzden köylüler kendi aralarında espriyle söylerdi: “Herhalde bizim türküler Ankara’ya yol bulamamış.”
1925’ten 1960’a uzanan bu yıllar, çözüm yerine daha çok sorun üretti. Yasaklar direnci artırdı, sürgünler kırgınlıkları çoğalttı, asimilasyon çabaları kimliği yok etmek yerine daha da güçlendirdi. Türkiye barışa ve kalkınmaya ayırabileceği enerjisini, sorunları bastırmaya harcadı. Atılmayan adımlar, sonraki on yılların çatışmalarına zemin hazırladı.
Ve belki de bugün kendimize sormamız gereken soru şudur: O yıllarda atılmayan adımların gölgesi hâlâ üzerimizde değil mi?



Bu yazı 292 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI