2010’lar, Kürt meselesinde Türkiye’nin belki de en cesur ama aynı zamanda en kırılgan dönemlerinden birine sahne oldu. Yıllardır süren çatışmaların ardından ilk kez masaya oturuldu, silahların susacağına dair umutlar doğdu. Bu süreç halk arasında “barış süreci” olarak bilinse de siyasetin dilinde “çözüm süreci” adıyla yer aldı.
2013 yılında hükümetin öncülüğünde başlayan süreçte, silahların bırakılması, demokratik reformların hayata geçirilmesi ve toplumsal barışın sağlanması hedefleniyordu.
Halk, yıllardır özlemini duyduğu barışın kokusunu hissetti. Köylerde düğünler daha coşkulu yapıldı, şehirlerde anneler çocuklarını daha huzurlu okula gönderdi. İlk kez “bu iş galiba olacak” duygusu güçlendi.
Kaybettiklerimiz (eğer sürseydi kaybolmayacak olanlar):
On yıllarca harcanan güvenlik bütçeleri, eğitime ve kalkınmaya aktarılabilirdi.
Gençlerin enerjisi dağa değil, üniversiteye ve iş hayatına yönlendirilebilirdi.
Türkiye, sadece bölgede değil, dünyada da “barışın mimarı” olarak örnek gösterilebilirdi.
Ne yazık ki çözüm süreci uzun sürmedi. Hükümetin attığı adımlar sınırlı kaldı, muhalefet desteği zayıftı, güven ortamı bir türlü tam kurulamadı. Karşılıklı güvensizlik, sürecin zeminini giderek aşındırdı.
2015’te süreç resmen sona erdiğinde, barışa duyulan umut yerini hayal kırıklığına bıraktı. Yeniden çatışmalar başladı, şehirlerde hendek savaşları yaşandı, güvenlik politikaları bir kez daha öne çıktı.
Bir gazeteci, süreç bitince bölgede bir çocukla konuşmuş. Çocuk şöyle demiş:
— “Amca, televizyon barış var diyordu. Ben barışı görmedim, o nerede kaldı?”
O küçücük cümle, aslında milyonlarca insanın hislerini özetliyordu.
Çözüm süreci için halk arasında şöyle bir espri dolaşıyordu:
— “Barış geldi mi?”
— “Geldi ama yolda trafik vardı, geri döndü.”
Acı bir mizah ama sürecin akıbetini anlatıyordu.
2010’lar, Türkiye’nin barışa en çok yaklaştığı ama aynı zamanda en sert şekilde uzaklaştığı dönem oldu. Çözüm süreci, topluma büyük bir umut verdi ama o umut yerini derin bir hayal kırıklığına bıraktı.
Belki de en büyük kayıp, “barış mümkündür” inancının sarsılmasıydı. Çünkü halk bir kez daha gördü: Siyaset masayı kurabilir, ama masa sağlam olmazsa en ufak rüzgârda devriliyor.