Bu şehir çok şey gördü.
İşgal gördü, sürgün gördü, yas gördü.
Ama en çok da, geçmişin acılarından beslenip bugünü ihmal eden anlayışların yükünü gördü.
Nasıl ki Filistin, kutsal bir coğrafya olmasına rağmen yıllardır bir zulüm sarmalının içinde bırakıldıysa; bu şehir de tarihsel hafızası, inancı ve manevi kimliği yok sayılarak ideolojik deney alanına dönüştürüldü.
Benim itirazım tam da buraya.
Burası sıradan bir şehir değil.
İslam tarihinde özel bir yeri olan, Mekke ve Medine’den sonra sahabenin iz bıraktığı, manevi hafızası güçlü bir merkezden söz ediyoruz. Buna rağmen, bu şehrin yönetimi yıllardır değerlerle değil, hesaplarla ele alınıyor.
Geçmişin acılarının konuşulmasına, yüzleşilmesine, adalet talebine kimsenin itirazı yok. Benim de yok. Ama bu acıları gerçekten dindirmek yerine; onları bugünün sorumluluklarından kaçmanın bahanesine dönüştüren bir anlayışla karşı karşıyayız.
Sorun burada başlıyor.
Yıllardır yazıyorum:
Bu şehirde ideoloji var, hizmet yok.
Slogan var, plan yok.
Mağduriyet anlatısı var, belediyecilik yok.
Toplumsal değerleri zorlayan projelere gösterilen hassasiyet, ne yazık ki kaldırımlara, yollara, ulaşıma gösterilmiyor. Ahlak tartışmalarında son derece “özgürlükçü” olan bu anlayış, iş halkın günlük hayatını kolaylaştırmaya gelince görünmez oluyor.
Çıkardıkları işçi kadar sahada olsalardı,
Algı için harcadıkları emeği organizasyona ayırsalardı,
Kültürel vitrinler kadar altyapıyı önemseselerdi;
Bugün Diyarbakır’da kar yağışı bir krize dönüşmezdi.
Ama dönüşüyor.
Çünkü bu anlayış taşeronlaşmıştır. Hizmet üretmeyen, sorumluluğu başkasına atan, başarısızlığı ise sürekli tarihsel travmalara bağlayan bir ağ açıkça ortadadır. Yönetim, halktan kopmuş; halk, kaderine terk edilmiştir.
Ben halkın bunu sadece yazılarda okumasını istemiyorum. Zaten okumuyor da. Halk bunu kaldırımda kaydığı gibi görüyor. Arabası yolda kaldığında yaşıyor. Çocuğunu okula gönderemediğinde hissediyor. Düştüğünde aldığı darbeyi, buz tutmuş bir sokakta bizzat bedeninde taşıyor.
Ve asıl tehlike şu:
Bu yaşananların unutulması isteniyor.
Ama ben unutulmaması gerektiğini yazıyorum. Dün de yazdım, bugün de yazıyorum. Çünkü bu şehir hafızasını kaybederse, aynı bedelleri ödemeye devam eder.
Açık ve net söylüyorum:
Bu bir yönetim sorunudur.
Bu bir zihniyet sorunudur.
Bu, ideolojiyi hizmetin önüne koyanların sorunudur.
Bu şehir, kutsal değerleri olan bir şehir.
Bu şehir, sahipsiz değil.
Ve bu şehir, artık ideolojik deneylerin bedelini ödemek istemiyor.