Bugun...


Yasin Güler

facebook-paylas
Cumhurbaşkanımıza Endekslenen Sessizliğin Faturası
Tarih: 06-10-2025 00:03:00 Güncelleme: 06-10-2025 00:03:00


 

Teşkilatlardaki itaatkâr suskunluğun ülkeye ve vicdana maliyeti

Benim adım köşe yazarı değilse de, vicdanımdır. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 71’inde hâlâ bir ülkeyi ayakta tutma, yıkılanı yeniden inşa etme gayreti içindeyken; teşkilatlarında hâlâ konuşmaktan kaçınan, düşüncesini kendi iradesiyle değil, baştaki isimle ölçen bir güruh var. Onlara “siyasi yobazlar” demekten imtina etmiyorum; çünkü bugün gördüğüm manzara, taassubun, iradeyi devretmenin ve sorumluluktan kaçmanın adı başka ne olabilir?

Bir liderin etrafında birlik olması, disiplin olması elbette değerlidir. Ancak siyaset, kör itaat değil; vicdan, akıl ve sorumluluk işidir. Bir toplumu yönetenler; mesele vatansa, insanlıksa, adaletse sustukça o toplumun yaraları daha da derinleşir. Filistin gibi on yıllardır süren, binlerce insanı etkileyen meselede devletin zirvesi meseleyi açıkça sahiplenene dek tek kelime etmeyenler; ne siyasetçi ne de insan olmanın ölçütlerini taşımıyor. Onlar mesele büyüdüğünde değil, mesele düştüğünde sahneye çıkan figürlerdir.

Teşkilatların birçoğunda gördüğüm acı tablo şudur: Kendi aklına, kendi vicdanına, kendi hayatına sahip çıkmayan; ne söyleyeceğini bile Cumhurbaşkanımıza endeksleyen kişiler var. Sosyal medyada ne paylaşacağını, sokakta nasıl davranacağını, hangi tavrı alacağını “üst” belirlermiş gibi bekleyenler… Bu, şahsî bir tercih değil; sürdürülebilir bir siyasi kültürün felcidir. Lider güçlü olabilir, karizmatik olabilir; fakat liderin yükünü hafifletmesi gereken teşkilat, yükü katlayan bir kambura dönüşmüşse orada ciddi bir sorun vardır.

Vicdani körlük en tehlikelisidir. Kimliği Müslüman olsa da; yalan yere yemin etmekten çekinmeyen, kendi sözünün arkasında duramayanların en belirgin özelliği budur. İtaat ile sorumluluk arasındaki çizgi bu kadar belirsizleşince, siyaset kurumları toplumun güvenini yitirir. İnsanlar “kime soruyorsunuz?” diye sormaya başlar; cevap bulamazsa toplumun güven dokusu yırtılır.

Filistin meselesinin etrafında dönen suskunluk bir örnektir ama yalnız değil. İçeride, dışarıda, kriz anında sorumluluk almak yerine yanıma kim durur kaygısıyla hareket edenler; iktidarın gerçek anlamda biricik gücü olmaktan ziyade, ayakta durmasını engelleyen yük haline gelirler. Oysa teşkilat, liderinin gölgesinde eriyen değil; onun yanında durup gerektiğinde farklı sesler çıkarabilmeli, gerektiğinde de hesap sorabilmelidir.

Daha da ürkütücüsü şu: İrade merkezinde bir değişim olursa —ki bu her zaman mümkün ve normaldir— makamına ve mevkiye sığınan asalaklar kolayca başka formlara bürünebilir. Bugün “benim liderim böyle der” diye hareket eden; yarın başka bir liderin ya da başka bir akımın etrafında aynı kör itaatı gösterebilir. Bu esneklik, esasında bir ilkeden değil çıkar hesaplarından doğar. Toplumsal sorumluluğun yerine çıkar hırsı konduğunda ise demokrasiye ve toplumun vicdanına zarar verilir.

Buna karşılık çözüm basit değildir ama ilkeseldir: Siyasi yapılarda liyakat, hesap verebilirlik ve vicdanın üstünlüğü sağlanmalıdır. Teşkilat içindeki kişisel itaat kültürü değil; tartışma kültürü, eleştiri kültürü ve hesap sorma mekanizmaları güçlendirilmelidir. Kimse ‘makamına bakılmaksızın’ koltuğu işgal ederek salt çıkar için hareket etmemeli; herkes yaptığı işin hesabını verebilir olmalıdır. Bu, sadece bir temizleme çağrısı değil, aynı zamanda kurumsallaşma çağrısıdır.

Bazıları “Bunları söylemek zor, tepkiler olur” diyecek. Evet, tepkiler olacaktır. Fakat daha tehlikelisi, yıllarca susmanın sonuçlarını gördük: Toplumda güven erozyonu, uluslararası alanda itibar kaybı, iç politikada tutarsızlıklar… Bunların hepsi suskunluğun faturasından başka bir şey değildir.

Benim çağrım açıktır: Teşkilatlardaki bu tip davranış biçimleri, makamına, kimliğine ya da yakınlığına bakılmaksızın elden geçirilmelidir. İradeyi teslim alan bir siyaset pratik değil; körelmiş bir vicdandır. Eğer siyaset, toplumun ve insanlığın yararına değil de kişisel konforların korunmasına hizmet ediyorsa, orada bir dönüşüm şarttır.

Son sözüm şudur: Liderler elbette önemlidir; ama bir ülkeyi güçlü kılan şey liderin etrafındaki insanların karakteridir. Eğer çevremizdeki insanlar sadece bir adama bakarak nefes alıyor, kendi akıllarını teslim ediyorsa; o zaman o toplumun geleceği tehlikeye girer. Cumhurbaşkanımızın yükünü hafifletmek yerine ağırlaştıran bu siyasî tutumlar temizlenmelidir çünkü yeni Türkiye yüzyılı suskunlukla aşılamaz.



Bu yazı 1785 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI