Tarih, sadece savaş meydanlarında kılıç kuşananları değil, saray kapılarında diz çökenleri de yazar. Fakat aradaki fark şudur: Birinin adı altın harflerle kazınır taşlara, diğerininki yağ lekesi gibi silinmez bir utanç sayfası olur. Çünkü tarih, unutmamak üzerine kurulmuş bir terazidir — kim neyi ne niyetle yaptıysa, zamanı geldiğinde tek tek ortaya çıkarır.
Bugün de öyle bir çağdayız ki, dalkavukluğun bin bir türü serbest dolaşımda. “Padişahım çok yaşa” demenin bin modern versiyonu türedi. Kimisi tweet’le, kimisi demeçle, kimisi de gülücüklerle yapıyor o eski ritüeli. Makamın önünde diz çökenler, adaletin önünde dimdik duranlara “tehlikeli” diyor. Oysa asıl tehlike, koltuk sevdasının insanın omurgasını eritmesi.
Kimi öyle bir hale gelmiş ki, sabah kimin yüzüne bakacağını öğrenmeden kahvaltı bile edemiyor. Rüzgâr nereye eserse, fikir oraya dönüyor. Güç kimdeyse, sadakat oraya akıyor. Adalet, vicdan, liyakat… bunlar artık sadece nutuklarda kalan eski kelimeler. Çünkü bazıları için “makamı korumak”, “milleti korumaktan” daha önemli hale geldi.
Ama devran değişti. Artık kimse saray kapısına gidip “efendim çok yaşa” diye bağırmak zorunda değil. Sosyal medya çağında herkesin elinde bir megafon var. O megafon, ne sansür tanıyor ne protokol. Artık “sarayın aynası” değil, “halkın kamerası” belirliyor gerçeği. Artık kimse maskesinin arkasına saklanamıyor, çünkü ekran ışığı o maskeleri tek tek eritiyor.
Bir dönem dalkavuklukla yükseğe çıkanlar, bugün arşivlerde alay konusu. Adları unvanlarıyla değil, rezaletleriyle anılıyor. Çünkü halk, kimin hak için konuştuğunu, kimin sadece koltuk için sustuğunu unutmaz.
Bu ülke nice “efendim”ciler gördü; her dönemin güçlülerine yanaşan, her yeni devrin kapısında selam duran tipleri. Ama hepsinin ortak kaderi aynı oldu: Güç değişince, isimleri tarihin çöplüğünde birer dipnot olarak kaldı.
Gerçek kahramanlar ise sessizdir. Onlar alkışla değil, vicdanla yaşar. Makamı değil, adaleti savunur. Halkın rızasını, birilerinin takdirine tercih eder. Onlar için güç, bir amaç değil; bir sorumluluktur. Tarih onları hatırlar çünkü onlar “eğilmeden” yürüyenlerdir.
Bugün bazıları, güç sahiplerine methiyeler düzüp, adaleti un ufak ederken; bazıları sessizce, “doğru”yu savunduğu için dışlanıyor. Ama tarih, o sessiz direnişi mutlaka duyar. Çünkü tarih, sadece kazananların değil, haklıların hikâyesidir.
Bir gün o makamlar da, o alkışlar da biter. Sandalyeler devrilir, tabelalar sökülür, isimler değişir. Ama vicdanın defterinde kimseyi silemezsiniz. Sosyal medya arşivi, bugün yeni bir tarih yazıyor. Artık kimse “nasıl olsa unuturlar” diyemiyor. Çünkü bir ekran görüntüsü, bir video kaydı, bir cümle… her şey delil artık.
Bugün dalkavukluğa sessiz kalanlar, yarın “biz de karşıydık” diyecek.
Ama tarih, o günü de yazacak:
“Birileri hakikat için bedel ödedi, diğerleri ise susarak rezil oldu.”
Unutmayın, tarih kimseden yana değil, hakikatten yanadır.
Ve hakikatin önünde diz çökenler, eninde sonunda tarihin önünde de diz çöker.
Çünkü tarih, kahramanları taçlandırır, yalakaları rezil eder.
Ve bu çağda artık hiçbir yalan, hiçbir dalkavukluk sonsuza kadar gizlenemez.
Herkesin vicdanı birer mahkeme, herkesin telefonu birer tanıktır.
Devir değişti dostlar…
Artık kimse “padişahım çok yaşa” diyerek kurtulamayacak.
Çünkü bu kez halk, gerçek adaleti kendi elleriyle yazıyor.
