Bugun...



HZ. PEYGAMBER’İN DAVET METODU

Bu hafta Cuma sohbetin konuğu Hazro İlçe Müftüsü Sait OCAK kendilerine Hz. Peygamberin Davet Metodunu sorduk. Ocak Müslümanlar bütün insanları Allah yoluna davet etmekle sorumlu oldukları gibi, kendi aralarında da birbirlerini uyarmakla görevlendirilmişlerdir.

facebook-paylas
Güncelleme: 20-10-2023 00:45:19 Tarih: 20-10-2023 00:10

HZ. PEYGAMBER’İN DAVET METODU

 Mehmet  Zeki ÖZER Özel

 Mekke’de, fetret devrinin yaşandığı bir zaman diliminde Allah tarafından  Hz. Muhammed(s.a.s.)  peygamber olarak gönderildi. Allah, dinini bütün dinlere üstün kılmak üzere, Peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderendir. Karanlıkların hakim, zulmün revaçta olduğu, haksızlığın zirve yaptığı bir devirde insanların aydınlığa çıkarılmaları, sıratı müstakim üzere hidayet bulmaları için Hz. Peygamber’in elçi olarak gönderilmesi çıkmazda olan insanlığa çare olmuştur. İlah olarak taşa tapan bir milletin katılaşmış kalplerini ihya ederek toplumu Allah’ın birliğine davet etmiştir.

                Hz. Peygamber’e emredilen ilk ayetler içerisinde “kalk ve uyar” ifadesi Hz. Muhammed’in(s.a.s.) insanlara Allah’ın birliğini anlatmakla sorumlu olduğunu göstermektedir. Bu emirden sonra Hz. Peygamber  vefat edinceye kadar insanları Allah yoluna davet etmiştir. Davet kapsamına ilk olarak Müslüman olmayanlar girse dahi  durum sadece onlardan ibaret değildir. Zira Müslümanların kendi aralarında birbirlerini iyiliğe davet etmeleri, güzel ahlaka yönlendirmeleri, emr-i bi’l-maruf (iyiliği emretmek), nehyi ani’l-münker (kötülükten sakındırmak) gibi önemli görevleri bulunmaktadır.

                Müslümanlar bütün insanları Allah yoluna davet etmekle sorumlu oldukları gibi, kendi aralarında da birbirlerini uyarmakla görevlendirilmişlerdir. Birbirlerinin arasını düzelterek, iyiliklere teşvik etmek, kötülüklerden uzaklaştırmaya çalışmak, hakkı, sabrı, merhamet ve benzeri ahlâk esaslarını tavsiye etmek Müslümanların vazifeleridir. Kur’an bu hususa şöyle işaret eder: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridir. İyiliği emreder kötülükten alıkoyarlar...” Burada şunu da hatırlamak gerekir ki, Müslüman olmayanlara yapılan davet onlara Kur’an mesajının anlatılması ve tanıtılmasıdır. Müslümanlara yönelik davet ise daha ziyade bir hatırlatma ve eğitme amacı taşır. Dolayısıyla bu ikisi arasında bir mahiyet farkı olduğu unutulmamalı ve bu iki alan birbirine karıştırılmamalıdır. Geçmişte bu görev nasıl ki peygamberler ve ümmetleri tarafından yerine getirilmişse, zamanın şartlarına, imkanlarına ve yöntemlerine uygun olarak günümüzde de yerine getirilmelidir. Tebliğ ve davetin dilinin, yönteminin, vasıtalarının zamana, zemine ve muhataba göre farklılık arz edeceği muhakkaktır. Bunların güncellenmesi ve uygun yöntemlerin tercih edilmesi davetin etkinliği açısından kaçınılmazdır.

                Hz. Peygamber’in bir tebliğci olarak nasıl hazırlandığı, kendisini hangi meziyetlerle donattığı, insanlara nasıl davrandığı meselesi önemlidir. Tebliğci olarak Hz. Peygamber’in yaşantısının örnek alan bir davetçi, kısaca ruhî açıdan üstün meziyetleri haiz, ilmi açıdan yeterli, daveti yapmasına olanak verecek bir bedensel sağlığa sahip ve ekonomik açıdan bağımsızlığını kazanmış olmalıdır. Manevi açıdan olgunlaşmamış bir insanın, başkalarım uzun süreli etkilemesi ve onlara alakalı değerleri kabul ettirmesi mümkün değildir. Hz. Peygamber, hem cahiliye döneminde hem de peygamberlikten sonra örnek gösterilen bir kişiliğe sahipti. O, hayatının çoğunu Mekke’de akrabaları ve hemşehrileri gibi geçirmiş; dürüst ama dünyevi hakimiyet iddiası olmayan bir insan olarak yaşamıştır. Cahiliye döneminde bile davranışlarıyla insanlar üzerinde olumlu etki bırakmış; bu sebeple kendisine “Muhammedü’l-Emin” denmişti. Peygamber olduğunu söylediği ana kadar, nübüvvetle ilgili bir şey düşündüğüne dair herhangi bir davranışı görülmemişti. Ama nübüvvet görevi kendisine verildiğini anladıktan sonra inancından asla şüphe duymadı. Getirdiği dine, tabilerinden çok daha fazla bağlıydı. Onlardan daha mütevazı bir hayat sürüyor; ibadetlerini aksatmıyor, kendisine gelen vahyi hayatının her anına hakim kılıyordu. Eğer ondaki samimiyet olmasaydı, insanları uzun süre etrafında tutabilmesi mümkün değildi.

                Hz. Peygamber, söylediği sözün yaşantısına ve davranışlarına uymasına özellikle dikkat ederdi. İnsanın iç aleminin davranışlarıyla uyumlu olmasına önem verdiği gibi, sözlerinin de davranışlarına yansımasını isterdi. Bu sebeptendir ki sözünde durmamayı nifakın alametlerinden biri sayarak Müslümanları bundan alıkoymuştur. Kur’an-ı Kerim’de de Müslümanlar, çelişkili davranışlardan kaçınmaları hususunda uyarılmaktadırlar. Bir ayet-i kerimede, “Siz kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” buyrulmaktadır. Bir başka ayette söz ile amel arasındaki çelişkinin Allah’ın en sevmediği davranış olduğu vurgulanmaktadır: “Ey inananlar! Niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah katında en sevilmeyen şeydir.” İnsanlara doğruyu anlattığına inanan kişinin, söylediklerinin muhatabı üzerinde hemen tesir göstermesini istemesi doğaldır. Ama bu durum, sabırsızlanmaya neden olmamalıdır. Hz. Peygamber de tebliğin başında müşrik liderlerin İslam’ı kabul etmelerini çok istiyordu. Hz. Peygamber’in tebliğinde başarılı olmasıı sağlayan önemli faktörlerden biri, karşılaştığı sıkıntı ve musibetlere karşı sabırlı olmasıdır. Başka insanların basit zorluklar karşısında bile isyan ettiği bir ortamda, Allah Resulü sabırla İslam’ı anlatmaya devam ediyordu.

Hz. Peygamber’in tebliğinde öne çıkan bir başka özelliği ise tevazuydu. O, muhatabını her zaman ciddiye alır; onu dinler, sorularına kibirlenmeden cevap verirdi. Dostu da, düşmanı da Hz. Peygamber’in sade bir hayat yaşadığını görürdü. Onun yaşantısında nübüvvet öncesinde ve sonrasında köklü bir değişikliğin olmadığı muhakkaktır. Kur’an-ı Kerim’de de kibir yerilmektedir: “Yeryüzünde kabara kabara yürüme. Çünkü sen yeri yırtamazsın, boyca da dağlara erişemezsin!” “İnsanlara yanağını bükme (kibirlenerek boynunu bir yana büküp yüzünü insanlardan öte çevirme) ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez.” Hz. Peygamber bir hadiste, “Kim Allah için alçak gönüllülük yaparsa Allah onun kadrini yükseltir; kim de Allah’a rağmen kibirlenirse Allah onu aşağıların en aşağısına kadar alçaltır.” buyurmaktadır. Anlaşılır bir dille ve muhatabın anlamasını amaçlayan bir ifade tarzıyla konuşmak da önemlidir. İnsanların kullanmadığı, onların anlayamadığı kelimelerle konuşmayı adet haline getirmek doğru değildir. Hz. Peygamber, insanların anlaması için tane tane konuşur; kullandığı kelimeleri özenle seçerdi. Sözü çok uzatmaz, insanları bıktıracak şekilde konuşmaktan sakınırdı. O, nezaketiyle insanları etkilerdi. Yüce Allah, “Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.” buyurmaktadır. Muhatabın seviyesine göre konuşmanın önemi göz ardı edilmeden tatlı bir dille ve insanlara karşı nezaket içinde yapılacak bir hitap, çok etkileyici olur. Hz. Peygamber’in hayatı boyunca insanlara küfretmediği, hakaret etmekten kaçındığı bilinen bir şeydir. Hatta yanında başkalarının kötülenmesini ya da hakarete maruz kalmasını da kabul etmezdi. İnsanlara güven veren kişilerin tebliğ faaliyetinde daha başarılı olacağı muhakkaktır. Konuşulanın etkili olmasında, söylenmek istenen şey kadar, sözün kimin tarafından söylendiği de önemlidir. Güven için ise tebliğcinin çıkar peşinde olmaması büyük önem taşımaktadır. Çıkar peşinde olan bir tebliğcinin insanlara güven telkin edebilmesi mümkün değildir. Belki kısa süreli bir etkileme söz konusu olabilir; ama uzun vadeli, kalıcı bir etki meydana getiremez.

                Sonuç olarak Hz. Peygamber, yirmi üç yıllık peygamberliği süresince usulüne uygun yürüttüğü tebliğ ve irşad  görevi ile Cahiliye  toplumunun değişim ve dönüşümünü gerçekleştirmiş, onları maddi ve manevi kirlerden arındırmış ideal bir ümmet oluşturmuştur. Hz. Peygamber görevini ifa ettikten sonra  bu kutsal görevi ümmetine bırakmıştır.  Günümüz şartlarında tebliğin birçok alanda Kuran ve sünnette belirlenen çerçeveler ölçüsünde yürütülmesi gerekmektedir. Bu çerçevede yürütülecek bir tebliğ insanı merkeze alan hikmet, güzel muamele, güzel ve yumuşak sözle donatılmış bir dil ve üsluba sahip olmalıdır.




Bu haber 3869 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Manşetler Haberleri

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
YUKARI YUKARI