Bugun...


Abdulkadir ELİGÜL

facebook-paylas
DİN, AHLÂK, HUKUK VE TOPLUM
Tarih: 07-10-2021 00:02:00 Güncelleme: 07-10-2021 00:02:00


Adaletin tesisi için kendisine ihtiyaç duyulan hukuk, ahlâkın asgarisi olmakla beraber toplumdaki düzenin adalet zemininde sağlanması için yine kendisine alternatif olabilecek başka bir şey yoktur.

Toplum için hukuk vazgeçilmez olduğu gibi ahlâk da aynı şekilde toplum için vazgeçilmezdir. Ancak önem sırasına göre hangisinin öncelikli olarak var olması gerektiği hususu önem arz etmektedir.

İkisi arasındaki önem sırasının daha sağlıklı bir şekilde anlaşılması için burada yer verilmesi gereken önemli diğer bir husus da "Din"dir.

Şimdi din, ahlâk, hukuk ve toplum ilişkisini irdeleyelim.

Din; kulları en iyiye ve en güzele yönlendirmekle ahlâkî açıdan en ideal insan modelini yetiştirmeyi amaçlayan ilâhî bir nizamdır.

Yüce Allah son Peygamber Hz. Muhammed'i (s.a.v.) insanlığa hidayet rehberi olarak göndermekle onun liderliğinde ve rehberliğinde gelecek bütün bir insanlık için en hayırlı toplum ve ümmet modelini oluşturmak istemiştir.

Bu nedenle yüce Allah "Sizler insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz" ifadesiyle bu ümmeti nitelemiştir.

Ancak bu ümmete hitaben buyurduğu bu ifadeden hemen sonra şu ifadeye yer vermiştir: "Sizler birbirinize iyiliği emredip birbirinizi kötülüklerden sakındırırsınız."

Bu ifadeyle yüce Allah "En hayırlı ümmet olma" vasfının, bu görevin (iyiliği emretme, kötülükten sakındırma) yerine getirildiği sürece devam edeceğine işaret etmiştir.

Dolayısıyla yüce Allah burada "En hayırlı ümmet olma" vasfını, toplumun bir bütün halinde ahlâkî  bilincin farkında olup bunu sürekli korumaya çalışmalarına bağlamıştır.

Buna binaen Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke'de olduğu süre zarfında fıkhî/hukukî niteliği barındıran ayetler az inmiş ve daha çok ahlâkı vurgulayan ayetler inerek iman ekseninde ahlâk odaklı bir toplum inşası hedeflenmiştir.

Bunun temel nedeni de hukukun uygulanacağı toplum modelinin öncelikle ahlâkî erdeme sahip bireylerden oluşmasını sağlamaktı.

Nitekim bireyleri ahlâkî erdeme sahip olmayan bir toplumun hukuk kurallarıyla sınırlandırılması ya da kontrol altında tutulmaya çalışılması beyhude bir çabadan öteye geçmeyecektir.

Dolayısıyla esas olan ahlâklı bireyler yetiştirmek olup bu ahlâklı bireylerin oluşturacağı toplumun kurumsallaşmasını sağlamak için de hukuk kuralları belirlemektir.

Bundan dolayı da başta ifade edildiği gibi "Hukuk ahlâkın asgarisidir." Zira ahlâkî erdeme sahip olan bir toplumda bireylerin birbirlerinin haklarına tabii bir şekilde riayet etmeleri beklendiğinden, hukuk sadece uyuşmazlık ve anlaşmazlık sırasında devreye girecektir.

Bu sebeple İslam dini, öncelikle kendi ödevlerini yerine getirme bilincinde olan bireyleri yetiştirmeyi hedeflemiştir. Zira böyle bireyler yetiştirildiği takdirde bunlar, birinci vazifelerinin muhataplarının haklarına riayet etmek olduğunun bilincinde olacaklardır.

Dolayısıyla sağlıklı bir toplumun inşası için ilk vazife, kendi hakkını korumaya çalışmadan önce muhatabının hakkını korumaya riayet eden bireyler yetiştirmektir.

Bu da göstermektedir ki ahlâk, hukuktan önce var olması gerekmektedir. Bunu hedefleyen İslam dini, fıkhî/hukukî nitelik barındıran kurallardan önce ahlâkı önceleyen kuralları ön plana çıkarmıştır.

Hukuk-toplum ilişkisine gelecek olursak şunlar ifade edilebilir: Hukukun üstünlüğünün sürekli vurgulandığı günümüz dünyasında ister ulusal bazda ister uluslararası bazda olsun hiçbir şekilde insanlık için kurtuluş vesilesi olacak bir hukukî düzen inşa edilememiştir. Aslında insanlık böyle bir beklenti içinde de olmamalıdır.

Zira her ülkede yönetim için kurulmuş olan anayasalar, halkın ya da bireylerin haklarını korumaktan çok zengin elitin konumlarını sağlamlaştırmaya dönük birer sistemden ibarettirler.

Böyle bir sistem ve zihin alt yapısına sahip olan bir hukuk, insanlık için bir çare olması bir yana ahlâkî erdeme sahip bireyler yetiştirmeyi asla ama asla hedeflemediği gibi tam tersine asıl amacı kendisinin benimsediği bireyler yetiştirmek olup bu bireylerin din ya da ahlâkla ilişkilerinin sağlam olup olmadığı da o kadar önem arz etmemektedir.

Zaten böyle bir sistemde din bir vicdan meselesi sayılarak hukukun ve hayatın arka bahçesine itilmiştir.

Dolayısıyla hukuk tamamen seküler bir yapı  arz etmekte olup dinin bu kısma müdahalesi söz konusu değildir. Din bir kenara itildiğinde dinin hedeflediği ahlâk da bir kenara itilmiş olmaktadır.

Avrupa’da ya da batıda uygulanan hukuk yapısı halk kitlelerinin inanç esasları ile ve yaşam tarzları ile aşağı yukarı örtüştüğünden uygulamada bir sıkıntı olmayabilir. Ancak ne bizim yaşam tarzımızla ne de inancımızla hiçbir şekilde örtüşmeyen günümüz hukuk yapısı bize acı ve elemden başka hiçbir şey getirmemektedir.

Kadın cinayetleri, fuhuş, içki, kumar, uyuşturucu, faiz, hırsızlık, alışverişte aldatma, adam kayırma, rüşvet, yolsuzluk ve benzeri birçok olayın temelinde ahlâkî yoksunluk yatmaktadır.

Günümüzde yaşanan birçok acı olayın temelinde aslında ahlâktan yoksun bırakılmış bireyler değil, ahlâktan yoksun bırakılmış olan bu "HUKUKİ YAPI" yatmaktadır.

Zira günümüz hukuk sistemlerinde bu olaylardan bir kısmı (içki içmek ve zina yapmak gibi) kişinin özel hayatı bağlamında değerlendirilirken diğer bir kısmında ise (cinayet gibi) ancak olay gerçekleştikten sonra hukukla karşı karşıya gelinmektedir. Oysa İslam dini, kişiyi hukukla karşı karşıya gelmeden önce vicdanıyla karşı karşıya bırakarak ahlâkî değerlerle eğitip bu yozlaşmayı önlemektedir.

Basit bir örnek verecek olursak bugün üzerinde en çok durulan ve her gün yeni kanunlarla yasalara bağlanan kadın hakları, gittikçe kadın cinayetlerinin çoğalmasına sebep olmakta ve bu kanayan yaraya asla bir çare olmamaktadır.

Konuya dair şu veciz hikâyeyi aktarmak yerinde olacaktır. Rivayete göre Hasan el-Basrî'ye kızımı nasıl bir insanla evlendireyim hususunda soru soran birine Hasan el-Basrî şöyle cevap vermiştir: “Onu Allah'tan korkan birisiyle evlendir. Zira severse ikramda bulunur, sevmezse de ona zulüm etmez”.

Bu veciz kıssa aslında birçok şey anlatmaktadır.

Zira kişi Allah'a karşı sorumluluk bilincinde olduğu zaman elektronik kelepçeyle değil Allah korkusu kelepçesi ile sınırlandırılmaktadır.

Dolayısıyla din temelli bir hukuk olmasın da nasıl olursa olsun anlayışını bir kenara bırakıp aslında toplumsal ve bireysel sorunlarımıza çare olacak ilahi adalete ve buna dayalı hukuka dönüş yapmalıyız. Aksi takdirde her geçen gün sorunlarımız çoğalacak ve bunlara çare bulmamız da o nispette zorlaşacaktır. Çünkü Allah insanı öyle bir imtihan eder ki çare getireceğini sandığı bir sistem, sürekli sorun üreten bir sistem haline gelir ve imtihanı, çare aradığı yerden olacaktır...

Sonuç olarak çare: Din temelli bir ahlâk yapısı ve bunu korumak için ilahi adalet temelinde dini referans alan bir hukuk sistemi olması gerekmektedir.

Adalet ve hakkaniyet üzerine inşa edilmiş bir hukuk ile umutlu yarınlar dileğiyle...

                                 ABDULKADİR ELİGÜL



Bu yazı 10333 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
HABER ARA
YUKARI