Bugun...


Abdurrahman SEVGİLİ

facebook-paylas
HER KES ALLAH’IN MÜRAKEBESİ ALTINDADIR
Tarih: 14-03-2022 00:01:00 Güncelleme: 14-03-2022 00:01:00


Murâkabe Arapça bir terim olup “gözetlemek" anlamına gelen "rakabe" kökünden türetilmiş bir  ifadedir. Dikkatle izlemek, ilgilenmek, gözleri açık tutmak anlamlarını da taşır. Diğer bir açıdan kişinin manevi kalbine dikkatini yöneltmesi ve yaratıcısından gelecek sezgiyi beklemesini ifade eder.

Her kes Yüce Allah’ın gözetimi altındadır. Yüce Allah (cc) her kesi ve her şeyi görüp gözetler. Bütün alemlerin kontrolü O’ndadır. O’nun iradesi olmadan bir yaprak kıpırdamaz. O, her şeyi bildiği, işittiği gibi her şeyi de gözetimi altına almıştır. Yüce Mevla şöyle buyurur: “İnne Rabbeke  lebil mirsad “ taki  Mirsad kelimesi, rasat, rasathane (gözlem evi) aynı kökten gelen kelimelerdir.

İnsanların ve  cinlerin  yaptıkları her şey kayıt altına alınır. Bu iş için melekler görevlendirilmiştir. Bu meleklere “kiramen katıbin” veya “ Hafize melekleri” adı verilmiştir. Hayrı ve şerri kaydeden meleklerdir bunlar. Zerre kadar bile olsa, yapılan bütün hayır ve şer işler, söz ve davranışlar, bu görevli melekler tarafından kaydedilir. İyilikleri ve hayırlı işleri yazan meleğe “ Rakip” , kötülükleri ve şerri yazan meleğe de “ Atid” adı verilmiştir.

Yüce Allah’ın kullarını  gözetlemesi (murâkabe) ile ilgili bazı ayetleri aktarmak istiyorum:

1. “O (öyle Allah’tır) ki, gece namaza kalktığında ve secde edenler arasında dolaştığında seni görüyor.” (Şuarâ sûresi, 218-219)

Âyet Hz. Peygamber’e hitâbetmekte, Allah seni ayakta, rükûda ve secdede iken her halinde görmekte, sürekli izlemektedir. Aynı denetim ve gözetim her müslüman için de aynen geçerlidir.

2. “Nerede olursanız olunuz, Allah sizinledir.” (Hadîd sûresi 57),

Önceki âyette Hz. Peygamber’e hitâben hangi halde olursa olsun Allah’ın onu gördüğü bildirilmişken, bu âyette tüm mü’minlere hitap edilerek ve “nerede olursanız olunuz” diye mekân bakımından da Allah’ın denetim ve gözetiminden kimsenin kurtulamayacağı hatırlatılmaktadır. Allah’tan uzak bir yerde bulunmak mümkün olmadığı ve dolayısıyla “denetim dışı” anlamında bir “özel hayat”ın bulunmadığı açık şekilde bildirilmektedir.

3. “Yerde ve gökte hiç bir şey, aslâ Allah’a gizli kalmaz.” (Âl-i İmrân sûresi,  5)

Bu âyette de “nerede”ye açıklık getirilmekte, “yerde ve gökte” yani evrende hiç bir şeyin Allah’a asla gizli kalmayacağı kesin bir dille ifâde buyurulmaktadır.

4. “Doğrusu senin Rabbın hep gözetlemektedir.” (Fecr sûresi, 14)

Bu âyette ise, ilâhi denetim ve gözetimin kesintisiz ve sürekli olduğu belirtilmektedir. Ne zaman, ne de yer bakımından, “denetim” dışı kalma imkânının bulunmadığına dikkat çekilmektedir.

5. “Allah, gözlerin sinsi bakışlarını ve kalblerin saklaya geldiklerini bilir.” (Mü’min sûresi, 19)

Âyet, ilâhî denetim ve murakabeden, kalblerin bile kurtulamadığını, onların insanlara açıklamayı kendilerine sakladıklarını Allah’ın bildiğini haber vermektedir. Gözlerin sinsi sinsi bakışlarına varıncaya kadar her çeşit hareketin, Allah’ın malumu olduğunu bildirmektedir.

Yüce Allah (cc) Zilzal Suresinde ise şöyle buyurmuştur:

 

- “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir.”

- “Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.”

 

 Burada dikkatinizi çekmek istediğim birinci husus şudur: İman varsa, kişi Ahirete, cennete ve cehenneme, yanıbaşındaki yazıcı meleklere ve Kuran’da geçen bütün ayetlere, Efendimiz’in  (sav)  sünneti seniyyesine inanan bir mümin olduğu İçin bu kadar günah işlemez, işleyemez. Burda bir problem vardır. Her şeyin bu kadar ayan beyan  kaydedildiği naslar ortada iken ve her şeyin gözetlenip kaydedildiği bilgisi Kuran ve sünnet ile sabitken, nasıl olurda insanlar veya en azından müminler utanmadan, korkmadan hayasızca bu kadar büyük günahlar işleyebiliyor ? Bu durum ancak iki şeyle izah edilebilir:

1) Bu günahları   işleyenler, ya inanmadığı halde inanıyor gibi görünen münafıklardır. Çeşitli nedenlerden dolayı küfrünü gizlemektedirler.

2) Yada bu kişiler, mümin olmasına rağmen, derin gaflet içinde olan kimselerdir. Gaflet içinde boğulan bu tür insanların günah işlemesi mümkündür. Birilerinin hatırlatması esnasında: “ Allah affetsin “ , “nefsimize hakim olamıyoruz”  gibi ifadeler kullanırlar. Bu tür insanların imanı çok zayıf olup her an sönmeye mahkumdur maalesef.

 

 

İkinci husus ise şudur: Yüce Allah bizi affetmek için çok büyük imkanlar sağlamasıdır. Yüce Rabbim lehimize büyük fırsatlar sunuyor. İyiliğe en az bire on sevap verirken, kötülüğe bire bir karşılık veriyor. sadaka ve  İnfakta olduğu gibi bazı konularda bire yedi yüz  mükafat ve sevap vadediyor.” Allah dilediğine kat kat daha fazlasını da verebileceğini bildiriyor:   “Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulunduğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine katlayarak verir, Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.” ( Bakara:261)

 Oruç ibadeti içinde :” oruç benim içindir ve onun mükafatını ben vereceğim” buyrulurken, günah ve haram işlerden aynı gün tövbe edip istiğfarda bulunan müminlerin bu günahları kayıt altına bile alınmamaktadır.

 

Yüce Allah (cc) bizi seviyor, bizi cennetine koyup mükafaatlandırmak istiyor. Ancak Rabbimin sayısız nimetlerine ve görüp gözetlemesine rağmen, bazı  kulların büyük nankörlük yapması, inkar edip Rabbini tanımaması, nimetlerini görmemesi, büyük bir cürümdür. Tövbe etmeden, inkar ve küfür bataklığındayken bu mücrimlerin ölmesi ise onlar İçin cehennem azabını gerektiren ebedi bir felakettir.Telafisi mümkün olmayan büyük bir hüsran, sonsuz bir bedbahtlıktır. Bu yüzden bizde Şehit Malkoç X gibi diyoruz ki, uyanık olan mümin kullar, uyuyanları bu gaflet uykusundan uyandırmak zorundadır. Tebliğ ve davet işi, namaz gibi farz bir görevdir. Başkasının bu bataklık içinde ölmesini istememek ve bu zavallı insanları kulluğa, Hakka davet etmek İslami  bir görevdir. Her  mümin Yaradandan ötürü, yanlış yoldaki yaratılanları da  sevmek ve acımak zorundadır. Bundan dolayı onları Allah’a yaklaştırmak İçin çabalamak ve büyük felaketten kurtarmak İçin gayret göstermek, zorunlu bir cihad görevidir. Daha doğrusu, aklıbaşındaki her mümin, bu kurtuluş için çabalamak, o tür kimseleri kurtarmaya çalışmak gibi bir   mecburiyeti vardır. Başka bir ifadeyle bu gayret, uykudaki  insanları uyandırıp Allah’a yaklaştırmak, insanları ebedi mutluluğa ulaştırmak demektir. Bu da insana yapılabilecek en karlı bir kazanç, en büyük ticaret ve iyiliğin en büyüğüdür. Uhrevi konularda da, aynen dünyevi konularda olduğu gibi, bencillikten kaçınmak, cehennem yerine herkesin cennete girmesi için çalışmak çok ulvi bir iş olup  insanları çok sevmek demektir.

 

Rabbimin kontrolü ve gözetimi altında olduğumuzu unutmadan, gaflete düşmeden, dünya sevdasına dalmadan gereğini yapmak ve bu istikamet üzere yolculuğumuza devam etmek çok akıllıca bir hayat tarzıdır. Erbakan Hocamız, “iman varsa imkan vardır.”, “Hayat, iman ve cihattır.”  demişti. Efendimiz (sav): ise: “Nefsini eğiten ve ahireti için hazırlık yapanları akıllı olarak tarif etmektedir.” Yüce Allah (cc): “…Beni anın ki bende sizi anayım, bana şükredin ve nankörlük etmeyin…” buyurmaktadır. Rabbimin gözetimi altında olduğumuzu unutmadan, unutanları uyararak akıllıca işler yapan, dünyasını da ihmal etmeden ebedi hayatına ve Mevla’nın rızasına odaklanan kullar olmayı temenni ederim. Sözlerime son verirken sizleri Allah’a emanet ediyorum  değerli dostlar



Bu yazı 7964 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI