Bugun...


Ahmet Ay

facebook-paylas
Bilgi-Eylem İlişkisi
Tarih: 27-10-2021 00:01:00 Güncelleme: 27-10-2021 00:01:00


İslam Metafizikçileri, ilahi plandaki bilgi-eylem ilişkisini o kadar “Bir”lemişler ki “Allah’ın (cc) bilmesi yaratması/yapmasıdır” demişlerdir. El-Âlim, “O kendini bildi, bilgisi yaratmaya dönüştü” diyerek, “Âlim-ilim-malum” ayrılmazlığını dile getirmişler. 

İlahi plandaki “Bir”liğinden dolayı bilgi-eylem ilişkisine alem ölçeğinde bir nev’i “zorunluluk” atfedilmiştir. Bilginin yaratmadan farklı olmadığı, beraberinde “zorunlu olarak” eylemi gerektirdiği kabulü -gerekçeleri farklı da olsa- İslam Metafizikçileri arasında neredeyse ihtilafsız kabul edilmiştir.

(Bilgi-eylem derken, iman-amel ilişkisinden farklı bir mevzuyu tartıştığımızı ifade etmeye gerek var mı?)

İslam Metafiziğinin en önemli konusu olan esma-halkiyyet ilişkisinde olduğu gibi bilhassa Neoplaton’cu felsefede “bilginin yaratmadan bağımsız olamayacağı” tezi “tenakuz” ve “determinist dayatma” gerekçesiyle kimi modern felsefi akımlar tarafından eleştirilmiştir.

Platon’a kadar uzanan bilgi-eylem ilişkisi bu gelenekte daha sistematik bir şekilde işlenmiştir. Eylemi bilgiye kanıt olarak gören bu gelenek, “eyleme geçmeyen bilgiden söz edilemez” der. İslam metafiziği (tasavvuf) geleneğinde de merhameti, adaleti bilen birisinden merhamet ve adalet sadır olmuyorsa burada tenakuz vardır.

Aynı şekilde İbn Arabi geleneğinde bilgi ahlaklanmadır, ahlaka dönüşmeyen bilginin varlığından söz edilemez. Keza ahlaklanma yeni bilgiye yol açar. Yeni bir bilgiye ulaştırmayan ahlak da yeni bir ahlaka taşımayan bilgi de “kusurlu” görülür. Bu yüzden tahalluk ve bilgi birbiri için gerekçe ve belgedir. 

İlk dönemden itibaren İslam geleneğinde “bilgi ameli gerekli kılar” ilkesi cumhurun kabulüne mazhar olmuştur. Bunu, Resul-i Ekrem’in (sav):

Allah’ım! Yararı olmayan ilimden sana sığınırım, duasına bağlayanlar vardır ki bunlara hak vermemek pek mümkün görünmemektedir. Yararsız ilim şer olarak görülmüşse bunun açıklamasını, “Allah’ın bir bilgi ile saptırdığı kişi…” lafz-ı celilesinde bulmuşlardır. Kimi ayetlerdeki müphemliği soranlara öncü sahabenin, “Siz bildiklerinizle ne amel ettiniz ki bilmediklerinizden soruyorsunuz?” diyerek bilgi-eylem ilişkisine dikkat çekmişlerdir.

Bu yüzden kimi tasavvuf ehli bilginin ahlaka dönüşmemesini yadırgamış hatta bunu ihlas yoksunluğu olarak görmüşlerdir. Cüneyd-i Bağdadi (rh) gibi öncü şahsiyetler bilgiden ziyade amele (eylem) önem vermişlerdir. İlk dönemden itibaren metafizikçi sufiler, ameli halisane olanın bilgisinin de sahih olacağı kanaatine varmışlardır. Haris b. Muhasibi meseleye başka bir boyutta bakarak bilgiden iktidar devşirmenin önüne geçmeye çalışmıştır.

Muhasibi, bilginin en kudretli güç olduğunu görmüş ve bu güç üzerinden iktidar devşirmenin önüne geçmeye dikkat çekmiştir. Çünkü bilginin, iktidar için en vazgeçilmez unsur olan insan desteğini almanın en kuvvetli argümanı olduğunu görmüştür. Muhasibi, bilginin aynı zamanda paye ve itibarın elde edilmesinin de yolunu açtığını dikkatlere sunmuş ve bununla mücadeleyi övmüştür.

Her ne kadar filozoflar: düşüncenin sınırlanamayacağını, hayale ve dolayısıyla zihne hudut çizilemeyeceğini, söylemiş olsalar da bu, bilginin eyleme dönüşmemesini Platon’un varsaydığı ölçüde yadırgamamak anlamına gelmez.

İmam Şafii’nin ilimleri “din ve beden ilimleri” olarak ayırmasının gerekçesi ilim-amel ilişkisi ile alakalı olabilir mi? Şayet bu tasnif, anladığımız şekliyle ameli, “bilginin devamı, yeni bilginin kapısı” olarak görmek ise son derece isabetli bir tasnif olmuş olur.

Muhiyiddin İbn Arabi, Allah’ın (cc) halifeleri olan insanların, “Allah’a benzemelerini”n, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmalarının gerekli olduğunu söylerken: Allah’ın ilmi yaratmasıdır, ilkesince kullarının da bilgiyi eyleme dönüştürmekle (bu ahlaklanma ile) “benzeme”yi gerçekleştirebileceklerini vurgulamıştır. 

O zaman ilim/bilgi-amel/eylem ilişkisinin diğer ayağı olan “amel-eylem” ile kastedilen nedir, sorusu cevaplandığında ilim-amel ayrılmazlığını daha iyi kavramış oluruz.

Avamî olarak İslam geleneğinde “amel” namaz, oruç, zikir (çekmek) vs (salih amel) olarak kabul görmüş ise de esasında Kelamcılar ve Sufi Metafizikçiler konuyu bu sığlıktan kurtarmışlardır:

Amel, kulluktur, kulluk da Allah’ı “bilmek”tir. Bildikçe sever, sevdikçe O’nun bilgisine ve O’na (cc) kul olmaya doyulamaz.

Bildikçe beden de ruh da akıl-kalb-düşünce de O’nu arar (ZİKR/İBADET).

 

 



Bu yazı 7536 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
HABER ARA
YUKARI