Bugun...


Ahmet Ay

facebook-paylas
Bilal’in tevekkülü!
Tarih: 30-11-2021 00:01:00 Güncelleme: 30-11-2021 00:01:00


Birkaç yıl önce, bir vilayetimizde, bir bakanlığın il müdürüydüm. Bağlı bulunduğumuz genel müdürlük, başka üç ilin de il müdürüyle birlikte beni, diğer bir ilimizde personel almak üzere görevlendirdi. Görevli dört arkadaş sınava 3 gün kala beraber sınavın yapılacağı şehre gittik.

Şehri gezmeden önce sessizce bizim için ayrılan misafirhaneye gidip yerleştik. Ben ve heyetteki diğer arkadaşlarım bu kente ilk kez geliyorduk ve bu görev için şehre geldiğimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Bu şehirde yaşayan hiç kimseyle tanışmıyorduk.

Sınav konusunda arkadaşlarla kanaatimiz aynıydı: hak edeni kazandıracağız. Bunun için dikkatli davranıyorduk. Çünkü biliyorduk ki, sınava katılım yoğun olacak ve herkes “yukarıdan” maalesef bir referans bularak bizi rahatsız edecekti.

Şehre gezmeye çıktığımızda vakit ikindiydi. Kimseye görünmeden şehrin biraz dışındaki kenar bir mahallede, tarihi bir camiye gittik. İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boştu.

Osmanlı'dan kalma mimarisi insanda manevi duygular uyandıran şirin bir caminin avlusundayız. Dört arkadaş şadırvana oturarak abdest almaya başladık. Mayıs ayının sıcak havası da ayrı bir güzellik katıyordu çevreye.

Abdest için ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı sıyırmaya başlamıştım ki ayaklarımın önüne bir çift takunya kondu. Takunyaların geldiği tarafa doğru şaşkınlıkla başımı çevirdim. Yüzüme tebessümle bakan, orta boylu, esmerimsi ve yakışıklı diyebileceğimiz yirmi beş yaşlarında bir gençle göz göze geldim. Utangaçlığın vermiş olduğu çekingenlikle:

Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz, namaz kılana hizmet etmek, Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin! dedi. Dönüp gitti ama hemen ardından seslendim. Çünkü gencin tebessümü, davranışı, kibarlığı, her şeyden önce içten davranışı hepimizi çok etkiledi. Sordum:

Sen kimsin? Adın ne?

Tebessüm ederek:

-Adım Bilal, bu mahallede oturuyorum.

Bir an abdest almayı bırakarak gençle ilgilenmeye başladım.

Ne iş yapıyorsun Bilal?

Biraz durakladı; ama yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmeden sorumu cevaplandırdı:

-Şimdi işim yok; ama inşallah yakında işe gireceğim…

O kadar inanarak söylüyordu ki bunu,

Nasıl olacak o, Bilal? dedim.

Müthiş mütevekkil ve huzurlu bir yüzle:

-Üç gün sonra, dedi ve devam etti:

-… Müdürlüğü’nde sınavla personel alınacak. Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşallah!" demez mi?

Ben bir an neye uğradığımı şaşırmıştım. İşe alacak olan bizdik, Bilal’i karşımıza çıkaran bir sır olmalıydı.

Arkadaşlarım da artık Bilal ile aramızda geçen konuşmalara dikkat kesilmişlerdi.

Peki, Bilal dedim, Bu zamanda işe girmek zor, hem de çok zor! Senin torpilin var mı? Referansın kim? İşe nasıl gireceksin?

Bilal o mütevekkil ve mütebessim halini kuşanarak hepimizin üzerinde bomba tesiri bırakacak sözü söyleyiverdi:

-Torpil ile işim olmaz, torpilim yok. Hem kim bir yetimin referans olmak ister ki? Benim referansım Allah, ne güzel vekildir O. Dün gece O'na teheccüd namazından sonra dilekçemi sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?.. demekle Bilal adeta bizi esir aldı.

Yutkunmakta zorlanıyordum:

Ya Rabbi! Bizi ne işe gönderdin? dedim içimden.

Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum! Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim. Musluktan avucuma su alıp yüzüme serptim.

Titreyen dudaklarımdan:

Bilal, baban yok mu? dedim.

-Yok, mekânı cennet olsun. Ben üç yaşındayken ölmüş babam. Anneciğim büyüttü beni…

Tertemiz bir saflık vardı Bilal’in üzerinde. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu o kadar meydanda idi ki kalbi adeta diline ve yüzüne vurmuştu.

Zar zor konuşabiliyorum,  sordum:

Askerliğini yaptın mı Bilal?

Mutlu bir edayla:

-Yaptım ya, hem de çavuş olarak, dedi.

Artık Bilâl'ı daha yakından tanımalıydım; çünkü o tanınmayı çoktan hak etmişti.

Evli misin Bilal? Dedim.

Bir anda gözleri yere düştü, sustu, yutkundu. Yine o mütevekkil hali üzerindeydi. Utanarak sözünü sürdürdü:

-Evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez düğünümü yapacağım, dedi.

Yine o kadar kesin konuşuyordu ki kendimi alamadım. Ürkek bir sesle:

Ama Bilal, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki sınavı kazanmış gibisin!

Sustu. Başını kaldırdı ve gözlerini ufka dikti hemen cevap vermedi, daldı. Yüzünün rengi bir beyazlaşıyor, bir sararıyordu. Biraz sonra gözleri ufka dikili olarak ve sesine bir gizemlilik katarak şunları söyledi:

-Ben Rabbimi çok seviyorum, inanıyorum ki o da beni seviyor. Seven seveni korumaz, ona yardım etmez mi? Seven sevenini hiç yüz üstü bıraktığı görülmüş mü?

Ona söyleyecek laf bulamıyordum. Bilal öylesine bir kalp taşıyordu ki, Allah biz kocaman kocaman(!) müdürleri, Bilal kuluna hizmet edelim diye onun ayağına göndermişti.

Kim müdürdü, kim işçi olacaktı?..

Bilal dilekçesini en büyük makama sununca melekler harekete geçti; daireler, müdürler harekete geçti ve hep birlikte Bilal kulun ayağına koşmaya başladılar. Çünkü emir YÜCE MAKAMDANmış biz bilmesek de.

Sormaya devam ettim, içim titreyerek:

Bilal, sözlünü nasıl buldun? Bu zamanda hem yetim, hem işsize kim kız verir ki?

Başını salladı, "doğru" dedi ve ekledi:

-Zor nişanlandım. Allah razı olsun, müstakbel kayınpederim, ‘sözde Müslüman’ değil, hakiki mümin: Bu zamanda namazında niyazında damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah'tır, dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verir, hayırlı bir işim olacak inşaallah, dedi.

Ben ve arkadaşlarım karşılaştığımız bu koca yürekten dolayı hem mutlu hem de telaşlıydık, çünkü hata yapma hakkımız yoktu.

Bilal, dedim. Senin böyle temiz yetişmene neden olan, seni böylesi mütevekkil hale getiren bir sır olsa gerek, nedir o sır?

Bilal derine daldı:

-Eğer ona sır denilirse var. Sevgili anneciğim her zaman ‘sana hiç haram lokma yedirmedim’ der. Sır bu olmalı ve tabi ki bu da Rabbim’iz olan Allah’ın (cc) keremi ve ihsanıdır.

Bilal lise mezunuydu, üç yüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçerek ilk yetmiş kişinin arasına girmiş, şimdi 3 gün sonra mülakata girecekti.

Ve bizler, önümüze sunulan, Bakanlık dâhil, bütün referansları bir kenara koyarak Bilal'ın referansını en öne aldık!

Mülakat gününe kadar bizi göremedi, kim olduğumuzu da zaten bilmiyordu. Mülakat günü geldi çattı. Tüm arkadaşlar merak ediyorduk, bizi karşısında görünce acaba nasıl tepki verecekti? Doğrusu bu yüzden biraz da tedirgindik…

Sıra Bilal’e gelmişti, adı okundu, içeri girdi. Heyecandan olacak, bizi birden fark edemedi, zaten kıyafetlerimiz de değişmişti. Biz susmuştuk. Birkaç saniye sonra Bilal yavaş yavaş başını kaldırarak bize baktı.

Bizi karşısında görünce şaşırır gibi oldu, yüzü kızardı, gözleri yere düştü, mahcubiyet duydu.

Sessizliği bozdum:

Bilal, bizi tanımadın mı? dedim.

Renkten renge girdi Bilal:

-Evet, tanıdım sizi, diyebildi zar zor.

Peki Bilâl, ne diyeceksin şimdi?

Ağlamaya başladı, çocuk gibi hıçkırıyordu. Artık biz de dayanamamıştık, ona uyduk, hıçkırıklar boğazımıza düğümlenmişti. Oda öylesine bir havaya bürünmüştü ki bazı manevi şeylere elle dokunmak mümkündü, adeta. Bilal ellerini Rabbine kaldırdı ve:

-Ey Rabbim! Ben halimi sana sunmuştum, içimi sana açmıştım, şimdi burada müdürlerime karşı mahcubum. Allah'ım, ben hep Sen'den başkasından istememeyi istedim… Beni yalnızca Sana muhtaç eyle Allah'ım, dedi.

Bir an bir sessizlik oldu. Arkasından hüzün dolu bir sesle:

-Ne olur, izin verin çıkayım, dedi.

Peki, Bilal, çıkabilirsin, dedik.

Çıktı Bilâl, ardından:

Güle güle git. Allah işini, aşını, eşini mübarek kılsın! dedik…

Allah'a tevekkül etmek O’na itimadın tamlığı demektir. O’ndan isteyenler muratlarına erdiler, O’ndan başkasından isteyenler helak oldular. Allah dilerse bütün dünyayı Bilâllere hizmetçi yapar, bizi yaptığı gibi.

(Daha önce yazmıştım, sayfada bulamayınca yeniden paylaşayım dedim.)

 

 



Bu yazı 6776 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
HABER ARA
YUKARI