Osmanlı sonrası yeni Türkiye’de, Türkçe diğer dil topluluklarına zorla empoze edilmeye başlanmış ve Kürtçe yasaklanmıştı. 1928’de başlatılan "Vatandaş Türkçe konuş!" kampanyasıyla bu uygulama zirve noktasına ulaşmıştı. Bu kampanyaların akabinde, 1921 Anayasası'nın tanımladığı “Kürt coğrafyası” bölgesinde Kürtlerin inkârı, asimilasyona tabi tutulması ve baskı süreci başlatılmıştı.
Şark Islahat Planının 14'üncü maddesinde, çarşı, pazar, umuma açık yer ve kamu kurumlarında Kürtçe konuşmak yasaklanmış, Kürtler ise “Kürtlüğe yenilmek” (Aslen Türk olan fakat Kürtlere benzemek) üzere Türkler olarak tanımlanmıştır. Kürtçe konuşanın her kelimesine, 5 kuruş para cezası öngörülmüştür.
İttihat ve Terakki kadrolarının ilerleyen süreçte, yasak ve baskıları her geçen gün artıyordu. Batıcılık ve laiklik adına Türk olsun Kürt olsun tüm İslami şahsiyetlere baskı ve idam sehpaları kuruluyordu. Türk vatandaşlarımıza İslami duruşlarından dolayı baskı yapılırken, “Frenk Mukallitliği ve Şapka risalesini" gerekçesiyle İskilipli Mehmed Âtıf Hocanın idam edilmesi gibi. Kürtlere de, hem İslami duruşları ve hem de Kürt olduklarından dolayı iki kat fazla baskı yapılıyordu. Ve netice olarak Kürt liderleri, din âlimleri, şeyhler, seyitler ve sevenleri, binlerce kişi istiklal mahkemelerinde idam edilmişlerdi.
Yıllar geçiyor baskılar devam ediyor, sadece baskı yapanların adı değişiyordu. 1980 darbesi sonrası, 80'li yıllarda, Diyarbakır 5 Nolu cezaevinde yaşananlar meşhurdur.
İnsanın insan olarak, insana yapması mümkün olmayan işkenceler… Başrolde: Esat Oktay Yıldıray ve Köpeği CO
Hatırlatmasını ve yazılmasını doğru görmesem de, bugün veya yarın sorun çözücülerin çekilen acıları bilmeleri açısında, çözüme katkısı olur düşüncesiyle bazı mahkum/tutuklu/gözaltında olanlara, cezaevi öncesi ve cezaevlerinde yapılan işkence çeşitlerinden, duyduğumuz birkaç örneği paylaşmak istiyorum.
Kürt halkından binlerce kişi, Diyarbakır 5 Nolu ve benzeri cezaevlerinde, Esat Oktay Yıldıray'ın tabiriyle “misafir”! edildi. İllaki suçlu olmanız gerekmiyordu. Bir iftira veya birinin işaretiyle evden alınıp, gözleri kapalı nereye gidildiği ve ne zaman döneceği meçhul, ama “neyle karşılaşacağı” belli olan yerlere götürülmeniz için yeterli idi.
Ve işte misafirlere! ikram edilen menüden birkaç örnek: İnsan dışkısının yedirilmesi, yemeklerine fare parçalarının doğranması, lağım suları içerisindeki hücrelerde yapılan binbir çeşit işkence yöntemleri, üzerlerine eğitilmiş köpekler saldırtmak, hassas organlara elektrik vermek ve iple bağlayarak koridorlarda dolaştırmak, günlerce aç bıraktıktan sonra, yere yemek döküp içine avuçlarla tuz atarak yalamaya zorlamak, tek kolla askıda bırakmak, copla tecavüz ve sonrasında yalatmak, Diyarbakır'ın soğuk günlerinde, tazyikli soğuk su ile banyo ettirmek, bir dişi ağrıyanın, 8 sağlam dişini uyuşturmadan çekmek, birini kusturup diğerine o kusmayı yedirmek, kalaslarla meydan dayağı çekmek, her gün Türk olduklarının kendilerine tekrar ettirmek ve ırkçı marşların ezberletilip okutulması… Bunlar yaşanan vahşetin sadece küçük bir kaç örneğidir.
20 bine yakın faili meçhul; boşaltılan, yakılan binlerce köy; yerinden, yurdundan edilen 4 milyon insan, yaşanan travmaları toprağa verdiğimiz 50 bin insan ve trilyonlarca dolarlık harcama…
Yaşanan bütün bu sıkıntıların temel sebebi, çok rahat anlaşılacağı gibi, farklılıkları bir zenginlik olarak görmeyen, çoğulculuğa karşı olan, ırkçı, ulusalcı, inkarcı, yasakçı ve tekçi zihniyetin sonucudur. Yüzleşemeyen tarih, çözülemeyen sorunlar, cezasız kalan işkenceciler, faili meçhuller, yasaklar, baskılar ve boşaltılan köyler… yıllardır ülkemizin kanayan bir yarası olarak devam ede gelmiştir.
Ümmet ve çoğulculuk anlayışıyla, 600 yıl Osmanlı çatısı altında beraber yaşayan farklı ırk, dil ve din sahibi vatandaşların arasına, “ulusalcılık, ırkçılık, laiklik, inkar, asimilasyon çabaları ve tekçi zihniyet” halkın arasına atılan bir bomba gibi, birlik ve beraberliği, sevgi ve barış ortamını darmadağın etmişti.
Dönem dönem, baskıların şekli ve dozajı artıp eksilse de bu sorunlar halen köklü olarak çözülmüş değil. Son 20 yıllık AKP iktidarının, köklü bir çözüme gitmeden, “Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulması, TRT Kürdi ve bazı üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin açılması” gibi olumlu adımlar, göz boyamaktan ileri gitmemiştir.
Allah’ın doğuştan verdiği ve tüm insanların, “genel insan hakları” olarak kabul ettiği hakları, “önce inkar ve gasp edip, sonra da bir lütuf gibi vermek” ayrı bir garabettir.
Kürtler ne istiyor, Türkiye'nin bütünlüğü içinde, eşit yurttaşlık, adalette eşitlik, ve anadilde eğitim, öğretim ve kullanım hakkının anayasal güvence altına alınmasını istiyor. Kürtler, ikidar yurt dışında yaşayan Türkler için ne talep ediyorsa, yurt dışındaki Kürtler için de onu talep etmesini istiyor.
Yurt dışındaki Türkmenlere, “ana dilde eğitim” isteyen iktidar, Türkiye'de anadilde eğitim isteyen Kürtleri bölücülükle suçlaması çelişki değil mi?
"Balkanlarda tek dil vardır, o da Yunancadır." denirse; Türkçe isimler yasaklanırsa; yer adları, köy adları Yunanca ile değiştirilirse; "Bulgaristan Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Bulgar’dır" denilse, iktidar mensuplarının “asimilasyon ve insanlık suçu” diye haklı olarak dünyayı ayağa kaldıracak nutukları atacaklarını tahmin etmek zor değildir.
Ama AKP İktidarının, yurt dışındaki Türkmenlere yaklaşımı ile Kürtlere yaklaşımının aynı olmadığını hepimiz biliyor ve görüyoruz. İşte iki örnek:
Erdoğan, IKBY’nin yaptığı bağımsızlık referandumuna engel olmaya çalışmış ve karşı çıkmıştı. Erdoğan: "Senin bağımsızlığını kim kabul edecek? Dünya İsrail'den ibaret değil ki. Bunlar sadece biz yaptık oldu demek istiyorlar. Olmayacak. Biz, yaptırımlarımızı uygulamaya başladığımız andan itibaren zaten ortada kalacaksın. Bir vanayı kapattığımız anda iş, bitti. Bütün geliri meliri hepsi ortadan kalkıyor. TIR'lar Kuzey Irak'a çalışmadığı anda bunlar, yiyecek, giyecek bulamayacaklar." demişti. Neden? Irak'taki Kürtlerin Irak Merkezi yönetiminde gördükleri baskı, tehdit ve Halepçe katliamı ortada iken AKP iktidarı, neden karşı çıkar?
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık “Türkiye, merhametinden dolayı 5 milyon Suriyeliye bakıyor ama bunu sadece merhametinden dolayı yapmıyor. Bunu çok iyi bilmek lazım. Sınır ötesinde Halep hattı, Türkmenler hattı bizim 400 yıldır sınır güvenliğimizi sağlayan insanlar. İkincisi de şu anda Suriye'nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurmaya çalışıyorlar. Biz de kurdurmamaya çalışıyoruz. Bu kadar şehidi boşuna vermiyoruz. Bu kadar insana da Türkiye’de boşuna kucak açmadık. Suriye'nin kuzeyinde bir taraftan Türk Silahlı Kuvvetleri, bir taraftan da Özgür Suriye Ordusu, orada bir Kürt devleti kurdurmamak için ayrı ayrı mücadele ediyorlar.” (8.8.22)
Suriye'de Kürtlerin Kimlikleri bile yokken Kürt halkının varlık mücadelesini Türkiye neden kendine bir tehlike olarak görüyor? Bu açıklama gösteriyor ki mesele terörden ziyade, Irak veya Suriye’de bir Kürt devletini kurdurmamaktır. Ki bu Irak ve Suriye’nin kendi içişleridir. Türkmenlerin Irak veya Suriye'de böyle yapılanmaları olsaydı, AKP iktidarı aynı şekilde karşı çıkar mıydı?
Eğer mesele terör ise, sınırlarını daha muhkem eder ve her türlü saldırılara karşı gerekli tedbirleri alırsın. Suriye politikasının yanlışlığını kendileri de artık kabul ediyorlar. Ama bir bataklıktır girmiş çıkamıyorlar. Şimdi Esad’la görüşmenin yollarını arıyorlar. Halbuki ilk günden itibaren Saadet Partisinin tavsiyelerini dinleselerdi, bugün Rusya ve Ukrayna arasında gösterdikleri arabuluculuğu Suriye’de de yapsalardı, bugün yaşananlar yaşanmamış olacaktı. AKP iktidarı birçok konuda olduğu gibi burada da geç te olsa yanlış yaptığını, aldatıldığını anladı ama bu yanlışların bedelini, maalesef vatandaşlar ve ülke olarak ödüyoruz.
Kürt meselesi için çözüm önerilerimiz bir sonraki yazımızda…
Vesselam.
mercurecasino poker siteleri slot oyna oleybet
slot siteleri canlı bahis siteleri http://www.tedxmadrid.com/ casino siteleri
başakşehir escort ikitelli escort güneşli escort kayaşehir escort bağcılar escort esenler escort eyüp escort güneşli escort kumburgaz escort topkapı escort
gaziantep escortgaziantep rus escort gaziantep escortseks hikayeleri