Bugun...


İhsan Yaşar

facebook-paylas
Osmanlı Devleti -Kavalalı M. Ali Paşa – Türkiye (19 )
Tarih: 25-02-2021 00:02:00 Güncelleme: 25-02-2021 00:02:00


Evet, saygıdeğer okuyucular, yazımıza kaldığımız yerden devam edelim.                                                        

27 Temmuz 1839 tarihinde, yani 182 sene önce, İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale ederek kendilerinden habersiz herhangi bir askeri harekât veya siyasi müzakereye girişilmemesi konusunda tehdit mahiyetinde ültimatomu verme hakkını ve haddini kendinde bulabiliyordu. Ne diyordu kuzu postuna burunmuş kurtlar; “ DEVLETLERİN REY VE MUVAFAKATLARI OLMADAN MISIR İLE HERHANGİ ASKERİ HAREKÂT VEYA SİYASİ MÜZAKARATA GİRİŞİLMEMESİNİ,KENDİ KARARLARININ BEKLENMESİNİ”istiyorlardı.                                                                        Bu ültimatomu Osmanlı Devletine veren devletler resmen Osmanlı Devletinin iç işlerine karışıyorlardı. Osmanlı Devleti asi valisini af edip İstanbul’la çağırınca, Mısır ve Suriye meselesinde asi valinin isyanını bastırmak için Osmanlı Devletine yardım eden; İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya’nın verdiği ültimatomun meali şuydu; “Sen bizden habersiz hiçbir şey yapamazsın ve yapmana da izin vermeyiz, şayet yaparsan sonuçlarına da katlanırsın!”. Zamanın güçlü devletleri Osmanlının şu anda tamamen parçalanıp yıkılmasını istemedikleri için, Fransa’nın desteklediği M. Ali Paşa’yı Anadolu ve Suriye’ den çıkartılması için Osmanlı Devletini desteklemişlerdi, desteklemesine desteklemişlerdi ama bu destek Osmanlı Devletinin karakaşı ve kara gözü için yapılmış değildi elbette. Avrupa- Hindistan deniz yolu üzerinde bulunan en önemli iki limanın, Mısır ve Suriye’nin ikisinin de Osmanlı Devletinin egemenliğinde olması ilerde Avrupa devletlerinin ve özelliklede İngilizlerin çıkarına zarar verebileceği düşünülerek, Osmanlı Devletinin bütün çaba ve ısrarlarına rağmen Osmanlı Devletine zorla dayatılarak, Mısır’ı irsi olarak M. Ali Paşa’ ya verdiler. Mısır’ın M. Ali Paşa’ ya verilmesinin diğer önemli bir sebebi de aynı zamanda Fransa’nın da gönlünün alınmış olmasıdır.1299 yılında kurulan ve kurulduğu günden beri sürekli genişleyerek büyüyen Osmanlı Devleti;1800 yıllarından sonra karşı konulamaz bir şekilde önce parçalanıp sonrada dünyadaki diğer bütün imparatorların mukadderattı gibi yıkılarak tarihte ki yerini almaktan kurtulamamıştır…                                                                                                                                  

1789 Fransız ihtilalı ile başlayan ulus devlet düşüncesi imparatorlukların sonunu getiren ilk adımların başlangıcı sayılsa da, İbn-i Haldun’un mukaddime adlı eserinde; devletlerin ve milletlerinde yaratılan diğer bütün canlılar gibi belli bir ömre sahip olduğunu, bütün canlılar gibi medeniyetler de doğar, yaşar ve ölürler. İbn-i Haldun devletlerin yılışının rastlantısal değil, mükedder –kaçınılmaz olduğunu söyler. Osmanlı Devleti, özellikle Fransız ihtilalı sonrası dünyadaki ulus devletlerle ilgili siyasi gelişmelerin beslendiği fikirlerin imparatorluk toprakları üzerinde ki etkisini okuyup ona göre gerekli değişim ve dönüşümü zamanında yapabilme bilgi, cesaret ve gücünü sahip olsaydı acaba yine de imparatorluk bu kadar paramparça olur muydu? Kendi valisi M. Ali Paşa’ ya verdiği sözleri yerine getirseydi, küçümsemeyip hafife almasaydı veya dış devletlerin ve özelliklede Fransızların M. Ali Paşa üzerindeki etkisini azaltacak politikalar geliştirebilseydi, Mısır ve Suriye’de enerjisini bu kadar boşuna harcamamış olsaydı,acaba yine bu kadar kar gibi çabuk eriyip ,buharlaşırımıydı?! Elbette kar gibi eriyip buharlaşmanın onlarca, yüzlerce sebebi var. Ve; her bir sebebi için onlarca sayfa yazı yazmak mümkündür.

 Aslında İslam coğrafyasındaki çöküşün 12.yüzyıldan yıldan sonra başladığını söyleyebiliriz. Müslümanların gerilemesine yol açan faktörlerin en önemlilerinden bazıları; dogmatizmin ve katı kuralcılığın yükselişinden sonra ortaya çıkan ahlaki zafiyet ve İslam’ın dinamizmini kaybedişi; entelektüel ve bilimsel faaliyetlerin gerileyişi; iç kargaşa ve ihtilafların bir türlü bitmemesi, can ve mal güvenliğinin bulunmayış, ziraatın, zanaatların ve ticaretin gerileyişi; madenlerin ile kıymetli metallerin bilinçsizce kullanılması veya yabancılara tarafından işletilmesi; salgın hastalıklar (veba-kolera-cüzam..vs),  kıtlık, tabii afetler, sürekli dış istila ve savaşlar, iç isyan ve eşkıyalık sonucu oluşan göçler.. Gibi onlarca, yüzlerce kartopu misali giderek büyüyen sorunlar yaşayan imparatorluk, gün geçtikçe geri dönüşü olmayan bir yolla girdiğinden, bütün dengeleri tepe takla olunca, ekonomisi iflas etmiş ve artık kendi ayakları üzerinde duramayan, ancak dışarıdan ekonomik ve askeri destek alarak ayakta kalır hale gelmişti. Şahıslar olsun, devletler olsun eğer sürekli bir yerlerden borç para alarak ayakta kalabiliyorsa; BORÇ ALDIĞI YERDEN BELLİ BİR SÜRE SONRA EMİR DE ALMAYA BAŞLAR… Evet; aziz ve saygıdeğer okuyucular; uzun bir zamandan beridir, Osmanlı İmparatorluğunun tarihinden bazı kesitleri hep beraber hatırlama babında, karınca kararınca sizlerle paylaşmaya çalışıyorum.  Tarih tekerrürden ibarettir sözünden anladığımız şey; insanoğlunun yaptıklarından ders çıkarmadığı, çıkarmadığı için de hep aynı hatayı yaparak milyonlarca insanların, yüzlüce şehirlerin, kültürlerin, tarihi sanat ve yapıların, dini mabetlerin ve hatta doğanın yok olmasına sebebiyet verdiğidir. Yani aslında tekerrür eden, tarih değil insanoğlunun yaptıklarıdır. Dün;  Osmanlı Devletinin kendisine isyan eden ama sonra bir şekilde valisi ile anlaşıp barışmak istediğinde; zamanın güçlü devletleri İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya; “HAYIR BİZDEN HABERSİZ HİÇBİR ŞEY YAPAMAZSIN!” diyerek, borç vererek adeta esaret altına aldığı Osmanlı Devletine fütursuzca ültimatom vererek tehdit edebiliyordu…  Peki; bugün durumumuz farklı; bence çokta farklı değildir. Yine borç batağında, iç meselelerini çözmede gerekli olan akıl, basiret ve cesaretten yoksun, kendi iç meselelerimizi çözmediğimiz veya çözemediğimiz için, dış devletler kendilerine sürekli müdahale alanına yaratarak, devlete-hükümete ve muhalefete havuç ve sopa politikalarıyla ayar vererek iç işlerimize müdahale etme hakkını kendilerinde bulabiliyorlar.                                                                                                 

Zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül ve Başbakanı Sayın R.Tayyip Erdoğan (Ak Parti)  bu dış müdahaleleri çok iyi gördüğü için 40 yıllık kangren olmuş KÜRT SORUNUNU çözmek için belki de siyasi hayatlarının en büyük riskini ama Türkiye - ülkemiz için hayatlarının en doğru kararını aldıklarına inanıyorum. Elbette; çok zor, girift, karmaşık ve onlarca, yüzlerce simbiyotik ilişki içerisinde olan güç ve şer odaklarının beslendiği Kürt sorununu çözmek çok ta kolay olmayacaktı. Sayın Erdoğan, Sayın Gül, askeri- idari ve adli yargı, işin çözüme kavuşması için hayatlarında tahammül edemeyecekleri bir çok konuda kör-sağır ve dilsiz kaldılar! Hükümet bütün riskleri göze alarak; bu işi çözmek için  tabiri caizse elini değil gövdelerini taşın altına bırakarak Kürt sorunu çözmeye çalıştı,  çok ciddi mesafeler de alındı ama maalesef yine dış güçler ve içerdeki taşeronları eliyle, Türkiye’nin bütün enerjisini alan, ayağına prangalar vuran Kürt meselesinin görüşüldüğü masayı elbirliği ile  devirdik – devirdiler…Ve; tekrar başa dönüldü... Devam edecek.

Selam ve Dua ile.

İhsan Yaşar.  

 

 



Bu yazı 10788 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
HABER ARA
YUKARI