Bugun...


İhsan Yaşar

facebook-paylas
TARİH TEKERRÜRDEN İBARET Mİ?..
Tarih: 11-10-2020 19:08:00 Güncelleme: 11-10-2020 19:08:00


“Tarihin tekerrürden ibaretse tekerrür ettirmeyin” der M. Akif Ersoy.

Merhaba değerli dostlar… Aylardır Osmanlı tarihinden birtakım bilgileri sizinle paylaşıyorum.

Osmanlı tarihinden bazı dönemlere ait perspektifler sunarken/ yazarken iki şeye dikkat etmeye çalıştığımı söyleyebilirim. Ne resmi yalanlarla yazılan tarihin tesirinde kalmak ne de Osmanlı Devletine/Hanedanına olan kinlerinin  / nefretlerinin esiri olmuş, kendi toplumuna ve kültürüne düşman, batı hayranı kişilerin yazdıklarının tesirinde kalmak.

Okuduklarımızı objektif bir şekilde harmanlayıp, kendi his ve duygularımı mümkün mertebe katmadan olayları tarihin kendi perspektifinden olduğu gibi yazmaya çalıştım.

Doğru olduğuna emin olduğumuz veya doğru olduğundan emin olmadığımız bilgileri, belgeleri kimselerin kınamasından, eleştirmesinden veya alkışlamasına aldırmadan, çekinmeden yazmaya çalıştım. Yazdığımız doğrular tarihin yanlışlar ise bizimdir.

Elbette sizde takdir edersiniz ki Osmanlıyı yazmamızın bir amacı ve gayesi var. Gerek okuyuculardan, gerek dost ve arkadaş meclislerinde zaman zaman yüz yüze yaptığımız sohbetlerde, niye Osmanlı tarihini yazdığımızla ilgili sorulara muhatap oluyordum.

Bu soruları soran dostlar ve arkadaşların bir kısmı olumlu eleştirileri ile Osmanlıyı yazmamızı desteklediklerini ve faydalandıklarını ifade ederken maalesef bir kısmından da çok sert ve haksız (bence) eleştiriler de bulunuyorlardı. İnsani, ahlaki ölçülerde yapılan eleştirilere her zaman saygı duydum, kıymetli gördüm ve değer verdim… Birtakım laf olsun torba dolsun,  ağustos böceği misali eleştirilerde sadece gülüp geçtim… Bir dikenli çalı ağacının gölgesi kadar topluma fayda vermeyenlerin meyve veren ağaçları eleştirmelerini ne ahlaki ne de iyi niyetli bulmadığımı da ifade etmek istiyorum. Sürekli karanlığı eleştirip, mangalda kul bırakmayanlardan olmaktansa, bir mum yakarak karanlığı aydınlatanlardan olmak istemişimdir. Dilimiz döndükçe, bilgimiz yetikçe tarihi bilmenin önemini ve hele Osmanlı Devletinin tarihini bilmemizin aslında kendi tarihimizi bilmek olduğunu, kendimizi anlamak olduğunu anlatmaya devam edeceğiz. İsteyen istediğini anlamakta serbesttir.

Amacı üzüm yemek olanlara gönül kapımız her zaman açıktır, hoşgörümüz de sonsuzdur. Ama amaç bağcıyı dövmek ise kimse kusura bakmasın gönül kapımızda kapalı, hoşgörümüzde yoktur. Osmanlı Devletinin tarihi demek; birçok dinden, milletten/ halktan, mezhepten müteşekkil çok hukuklu bir idari yapı ile üç kıtaya yüzyıllarca hüküm etmiş bir imparatorluğun 600 yıllık hafızasını demektir. Bunun içerisine Türk, Kürt, Arap, Fars, Rum, Boşnak, Arnavut, Bulgar, Yunan, İtalyan, Slav, Hırvat, Gürcü, Tatar, Çeçen… vs milletler ve bu milletlere ait 600 yıllık tarihleri var. Biz bütün milletleri bir arada tutan değerlerin sadece kaba bir kuvvetten ibaret olduğunu söylersek zan edersem hem o milletlere hem de Osmanlıya haksızlık etmiş oluruz. Bunu anlamaya çalışmak için bir ömür değil belki binlerce ömür gerekir. Basit bir kesitten çok ufak bir detay bilgiyi siz değerli dostlarla paylaşayım.                                                                                                                                   Bir İmparatorluk devleti olan Osmanlı topraklarında sadece 10 milyondan fazla gayri Müslim’in yaşadığını, bu gayri Müslimlerinde farklı dinlere, farklı mezheplere ve farklı milletlere mensup olduklarını ve yüzyıllarca bir şekilde Osmanlı Devletinin tebaası  ( vatandaşları ) oldukları gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda elbette eleştirilecek birçok yönü olmasına rağmen, kıyas ve mukayesenin emsalleri ile yapılması gerçeğini, gerekliliğini göz önünde bulundurduğumuzda emsal olabilecek imparatorlukların birçoğundan çok daha iyi bir yönetim sergilediklerini ve insanlığın bugün geldiği medeniyet seviyesine önemli katkı sunduklarını, kendi zaman ve zemininde değerlendirildiği zaman tarihe çok önemli müspet not düştüklerini gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz.                 Tarihi yazmaya çalışırken elbette daha evvel yazılmış olan bir takım kaynaklardan faydalanıyoruz. Gerçekleri ortaya çıkarıyorum gibi absürt bir ideada bulunacak kadar da ideali olunmayacağını biliyorum. Nitekim hayatta olduğu gibi tarihte de sadece bir doğru ya da bir yanlış yoktur. Olayların sebep sonuç ilişkilerini analiz ederken, sürekli sadece olayların bir sebep-sonuç ilişkisi üzerinden değerlendirmenin de doğru ve bilimsel bir yaklaşım olmadığını söyleyebilirim. Çünkü her olayın sadece bir nedeni ve sonucu yoktur. Eğer biz sadece yaşanmış olan olayları bir neden ve sonuçla açıklarsak bu kanaatimce çok eksik olur. Tarihi kimlerin yazdığını veya kimlerin yazdırdığını da birçoğumuz biliyoruz. Tarihi yazanlarında, yapanlarında insan olduğunu ve kazananların,  galiplerin tarih yazdığını da biliyoruz. Birçoğumuzun bildiği gibi eskiden bilgiye ulaşmak çok zor ve pahalı bir işti.  Ama artık günümüzde bilgiye ulaşmanın eskiye nazaran çok kolay ve ucuz olduğu, hatta aynı konuyu çok değişik kaynaklardan öğrenip, öğrenilen bilgileri harmanlayıp, bilimsel elekten geçirip, mukayese ve kıyas yaparak en doğru neticeye ulaşmanın çokta zor olmadığını söyleyebiliriz.  Ne kadar hassasiyet ve titizlik gösterirsek göstereli elde edeceğimiz bilgilerin yüzde yüz kesin doğru veya tek doğru olduğu ideasında değiliz ve bulunamayız. Neticede bilginin kaynağı insan ve insan kaynaklı olduğu bildiğimiz için her zaman bilimsel bir kuşku ile yaklaşmak gerektiğini,  çok yönlü araştırmalar yapmak gerektiği ve bu araştırmalar sonucu elde edilen bilgilerin bilimsel mantıkla analizini yapıp, olaylara geniş bir perspektifle bakmak gerektiğinin bilincindeyiz…

Tarihte yazılan ve aktarılan her bilginin doğru veya hakikat olduğu ideasında bulunmanın da doğru ve bilimsel bir yaklaşım olmadığını söyleyebiliriz… Tarih her zaman doğru ve hakikati sunmaz. Dediğimiz gibi tarihi zafer kazananlar /  galipler yazar/ yazdırır.

Unutmayalım ki tarih’ te bir tek doğru da yoktur. Herkesin kendine göre kendi doğrusu vardır. Her millet kendi geçmişini ne kadar yazılı kayıt altına almışsa, ne kadar geçmiş zamana ait bilgi, belge ve materyalleri bugüne taşıyabilmişse o bilgi, belge ve materyaller kadar konuşma hakkı var. Eğer elinizde bilgi, belge ve materyal yoksa konuşmakla sadece havanda su dövmüş olursunuz.

Osmanlı Devletinin bilgi, belge ve materyaller bakımından dünyanın en iyi hatta örnek arşivine sahip devletlerinden olduğunu çok rahat söyleyebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu yaptığı bütün işlemleri istisnasız kayıt altına almış, arşivleyip saklamıştır. Ama maalesef 600 yıllık Osmanlı arşivlerini koruyabiliyor muyuz? Koruyabildik mi? Gönül isterdi ki buna evet diyelim ama maalesef  “Evet” diyemiyoruz.  Bunu size tarihte yaşanmış basit bir olay ile anlatmaya çalışayım. Herkesin bildiği tarihe rezalet olarak not düşmüş bir olayı sizlerle paylaşmak isterim.1931 yılında Milli şef İsmet İnönü zamanında,  Osmanlı arşivi okkası 3.Kuruşa Bulgaristan’daki bir kâğıt fabrikasına satıldığını da biliyoruz. Allah’ tan arşiv satışından Son Posta Gazetesi yazarı İbrahim Hakkı Konyalı beyin haberi olmuş. Konyalı bu bilgiyi alınca üst üste haberler yaparak evrak satışına engel olmak için uğraşmış ama maalesef sadece konunun kamuoyuna duyurulmasını sağlamış ama satışı durma konusunda başarılı olamamış. Daha sonra Türk arşivciliğinin kurucusu Muallim Cevdet İnnacalp, büyük bir hassasiyetle konunun üzerine giderek İstanbul Milletvekili Halil Edhem Eldem vasıtasıyla Başbakan İsmet İnönü’ye ulaşmış ve arşiv satışının durdurulması için Manisa Milletvekili Refik Şevket bey de TBMM’ ye önerge vermiş ve önergeden sonra genelge yayınlayarak arşivin “HURDA!” kâğıt olarak satışını durdurma kararını aldırmıştır. Yani eğer Sayın Konyalı haber alıp konuyu kamuoyuna taşımasaydı binlerce belge ve tarihi vesika Bulgaristan’daki kâğıt fabrikasında hamur olup kâğıt olacaktı…

O zaman Türkiye’deki basına da bu konuya göstermiş bulundukları hassasiyet ve duyarlılıktan dolayı teşekkür etmek lazım. Basının bu konuyu yoğun bir şekilde haber yapması üzerine Bulgaristan başkonsolosluğunda görevli Panço Doref, Sofya’daki Srnee Berger fabrikası tarafından hurda diye satın alınan kâğıtların lüzumsuz kâğıtlar olmadığını, Osmanlı Devletinin önemli arşiv belgeleri olduğunu Bulgar hükümetine bildir ve belgeler hamur olmaktan kurtarılır.

Düşünebiliyormuşsunuz üç beş aklı başında gazeteci, memur ve milletvekilinin çaba ve gayreti ve Bulgar hükümetinin de iyiniyetli davranması sayesinde binlerce kıymetli tarihi belge hamur olmaktan kurtarıldı. Daha sonra Bulgar hükûmeti tarafından el konulan bu tarihi belge ve vesikalar sayesinde Bulgaristan Devleti Osmanlı Devletine ait en büyük arşivlerinden birini kurmuş oldu… Devam edecek. Elan ve dua ile. İhsan Yaşar.

 



Bu yazı 2697 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
YUKARI