İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan araç, canlı bir varlık olan dildir. Dilin canlılığı, zamanla yeni gelişme ve etkilenmelere göre kendini yenilemesidir. Bu canlı varlık ne kadar etkili ve güzel, kurallara uygun, estetik, insanların anlaşabilmelerini eksiksiz sağlıyorsa o kadar edepli, ahlaklı, saygılı, sanatlı olur. Biz böyle bir dile kısaca edepli dil diyoruz.
Usulsüz, sanatsız, kuralsız bir dil kullanarak insanlara isteğimizi anlatamayacağımız gibi, “boşa kürek çekmiş” ve “havanda su dövmüş” oluruz. Sevdiğim konuyla ilgili anonim güzel ve anlamlı bir söz vardır: ”Vusulsüzlük, usulsüzlüktendir.” Yani, birinin hedefine ulaşamaması ya da istediğini elde edememesi, onun yöntemsizliğindendir. İnsanları etkileyip istediğimiz kıvama getirebilmemiz, onlara en zor durumlarda bile toplumsal çıkarlar gereği “evet” dedirtebilmemiz ya da onlara toplumun yararına kararlar verdirebilmemiz için onları ikna edici -deyim yerindeyse- sihirli bir dil kullanabilmemiz gerekir. “Söz ola kese başı,/ Söz ola kese savaşı!” sözünde belirtildiği gibi öyle kuralsız, kaba sözler vardır ki insanın yaşamına mal olur; yine öyle tatlı/etkili sözler de vardır ki amansız savaşı sona erdirip barışı getirir. Öte yandan, ”Bıçak yarası iyileşir ama dil yarası iyileşmez!” sözünde vurgulandığı gibi öyle sözler/dil vardır ki insanın gönlünü kırar ve öyle gücendirir ki insan o sözü hiç unutamaz. Gönlünde öyle bir yara açar ki hiç kapanıp iyileşmez. O kadar ki bıçak yarası zamanla tedavi edilerek ilaçla iyileşir; ancak kötü / kuralsız, kaba/ acı dil yarasının ne ilacı var ne de iyileşme olanağı... Bilgenin biri öğrencisini sınamak için demiş ki: “Oğlum, bana pazardan hem acı hem tatlı olan bir şeyi al getir.” Öğrencisi de gidip sakatatçıdan dil satın alıp getirmiş. Bunu gören Hoca’sı: “ Oğlum ben senden hem tatlı hem acı olan bir şey istedim. Sen niye sadece dil alıp getirmişsin?” diye sormuş. Öğrencisi cevap vermiş: “Efendim, eğer yerinde ve kurallara uygun nazik ve kibarca bir bilgi ve kültür dili kullanılsa dünyada dilden daha tatlısı yoktur. O kadar ki dargınları barıştırıp insanları mutlu eder, sevindirip yaşama sevinci verir. Savaşları sona erdirip kellelerin koparılmasını önlemiş ve yaşamları kurtarmış olur. Hatta suçsuz günahsızları idam edilmekten kurtarır. Yine şu gördüğünüz aynı dil, eğer yersiz, zamansız ve kuralsız, bilimsiz kültürsüz kullanılırsa dünyada dilden daha acısı yoktur. İnsanlar onunla iftiraya uğrar, hayatları kararır, yaşamlarını yitirirler. Başlarına olmadık acı olaylar gelir, yaşamlar acı zehir olur. İşte size acı olan da yine aynı dildir. Onun için dili size hem tatlı hem acı diye getirdim efendim!”
Dil elimizde sihirli bir değnek olmalıdır. Atalarımız bunu şöyle vurgulamışlardır: “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” Dile bu tatlılığı/ikna ediciliği, sanatsallığı, inceliği, kültürlülüğü, bilimselliği ve estetikliği kazandıran güzel sanatların bir dalı olan edebiyat dilidir.
Edebiyat, güzel ve duygulu, etkili, estetik, bilimsel, kültürlü konuşmak, yazmak ve anlatmaktır... Güzel, duygulu, etkili, zarif konuşma, yazma, anlatma... Uygulamada insanları en çok etkileyip duygulandıran, zarif ve estetik, duygulu, acımalı, yardımsever, iyilik meleği durumuna getiren edebiyat ürünü şiirdir. Şiirin dili tatlıdır, sevecendir, duyguludur, esprilidir, ders vericidir, tabiatı sevdiricidir, yiğitçedir. Serin bir sabah rüzgarı gibi insanın gönlünü ve duygu dünyasını okşayıp iyileştirici bir özelliği vardır. Şiir dili, güzel kokan bir gül gibidir... Bir meltemdir hasta gönülleri iyileştirici... Aşk, ancak en güzel ve kusursuz şiir diliyle anlatılabilir...
Üstadı-Azam Mehmet Fuzuli (1483-1556) “Bilimsiz şiir, temelsiz duvara benzer.” derken, şiirin aynı zamanda bilimsel bir sanat dalı olması nedeniyle toplumun bilimsel gelişmesinde de katkıda bulunduğunu vurgular. Öte yönden şiirin toplum yaşamında, kalkınmasında ve ilerlemesinde ne kadar gerekli olduğuna dikkat çeker. Yine ünlü şair Mehmet Emin Yurdakul, şiirin toplumsal gelişmemizdeki rolünü şöyle dile getirir: ”Unutma ki, şairleri haykırmayan bir millet;/Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir!” Demek ki bir ülkenin şairleri yoksa, susmuş ya da susturulmuşsa; sahibi olmayan, ortalıkta eğitimsiz, başı boş dolaşan bir çocuk gibi gelişmesini tamamlaması olası değildir.
Şiirin bestelenerek nağmelerle süslendirilip güzelleştirilmesi ve ritmik bir biçimde yorumlanması müziği oluşturur ki müzik bizim duygu ve ruh dünyamızı etkileyen sanatsal bir ilaçtır. Bu nedenle: ”Müzik, ruhun gıdasıdır.” sözü yaygınlaşmıştır. Eskiden ruh hastalarını müzik dinleterek tedavi ediyorlardı.
Edebiyat, sözün ustalıkla söylenmesi, şiir sözün sanatsal bir vücuda kavuşması, müzik ise bu güzel sanatların kanatlanıp gökyüzüne uçup zirve yapmasıdır. Bu anlamda bütün güzel sanatların anası edebiyattır diyebiliriz. Çünkü edebiyatla okuruz, anlarız; anladığımızı yazıya dökeriz; bu yazıyla da diğer insanları kuşaktan kuşağa bilgilendirip onların da yeni yeni yapıtlar üretmelerini sağlamış oluruz. Ortaya çıkan bu yeni kuşak yapıtlarla da yeni toplumsal sanatlar ve güzellikler meydana getirmiş oluruz. Yani edebiyat olmazsa sanat da olmaz. Edebiyat olmazsa şiir, roman, öykü, gazete, dergi, tiyatro, görsel sanatlar (resim, heykel, yapı) ve müzik olmaz. Görüldüğü üzere güzel sanat ağacının dallarının beslendiği gövde edebiyattır. Bu yönüyle resim, müzik, şiir, tiyatro, gazete, dergi, heykel, yapı gibi güzel sanatlarda başarılı olup toplumsal ilerlemeyi kazanabilmek için edebiyata önem vermek gerekir.
Edebiyat, bir varlığı sözle gözümüzün önünde canlandırılırcasına en ince ayrıntılarına kadar sözle/ dille; resim, heykel ve yapı ise aynı varlığı çizgilerle anlatmaktır. Çok güzel bir resim, heykel veya sanatsal bir yapıt aynı ölçüde güzel bir sözlü betimleme ile de gözümüzün önünde canlandırılabilir. O kadar ki betimlenen bu varlığı gözümüzle görmesek bile gözümüzle görmüşüz gibi onu tanıyabiliriz. Güvenlik birimlerinin suçluyu bulmada kullandığı bir yöntem olan “robot resimler” de önce sözle anlatım; sonra o sözlü anlatımın ressamın aklında, hayalinde bıraktığı izlerle çizilebilmesinden başka bir şey değildir. İşte size resimle edebiyatın akraba olduklarıyla ilgili somut bir örnek...
Avrupa’da 1800’lerde gazetelerde en baş köşede öykü, roman, tiyatro ve şiir yayınlanıyordu. Bizde de ilk defa gazete yayıncılığı Tanzimat Dönemi’nde (1839-1876) ortaya çıkmıştır. Tanzimat Dönemi Edebiyatı, bu dönemin siyasi ve kültürel olaylarının sözle/ dille anlatılması sonucu ortaya çıkan bir edebi akımdır. Bu dönemde toplumu bilinçlendirmek için edebiyatı bir araç olarak görmüşlerdir. Roman, öykü, tiyatro, gazete, eleştiri, anı bu dönemde kullanılmaya başlanılmıştır. Bu dönemin gazete ve dergilerinin sayfalarını şiir, roman (dizi yazılar biçiminde) öykü, tiyatro eserleri süslüyordu.
Üzülerek belirteyim ki günümüz gazeteleri özellikle şiir ve romana, öyküye yer vermek istememektedirler. Oysa toplumsal, bilimsel, sosyolojik ve kültürel yönden gelişmemiz, kalkınmamız ve ilerlememiz için en önemli koşul güzel sanatlardaki duygu dünyasına sahip olmaktır. İnsanın, kibar ve estetik, zarif, ince ve acıma duygusuyla dolu bir ruha sahip olması gerekir ki nazik davranışlarla kimseyi incitmemesi, bütün canlılara zarar vermemesi onun yaşam ilkesi olsun... Bunun en önemli koşulu da toplumca sanatın göz ardı edilmemesidir. Bu önemli koşul da ancak iyi bir toplumsal okuma alışkanlığı kazanmayla gerçekleşir. Bundan dolayı öylelikle güzel sanat yapıtlarının en tatlısı olan edebi yapıtlara ve toplumsal okumaya toplumun bireylerini teşvik etmek en önde gelen görevimiz olmalıdır. Sanat, bir toplumun ekmeği ve suyudur. Toplumu okumaya yönlendirme sadece haber ve magazinle olmaz. Öyle olsaydı çocuklarımıza: “Kitap okuyun ki derslerinizde başarılı olasınız!” dememize gerek kalmazdı.
Çünkü, okumayan anlayamaz, anlamayan, anlatamaz ve problemi çözemez. Matematik, Fen veya diğer derslerde çocuklarımızın başarılı olabilmeleri için okuduğunu anlaması gerekir.
Öğretmenlerimizin sınıfta bize söyledikleri söz kulağımızda küpe olmalıdır: ”Problemi anlamak, yarı yarıya çözmek demektir!” Yani önce okuduğun problemi anlayabilirsen gerisi çorap söküğü gibi gelir ve kolay çözersin. Bunun için gazetelerimizde çokça şiir, öykü, roman/ çizgi roman hatta resimli roman yayınlanmalı ki tıpkı televizyonlardaki diziler gibi, çocuklar her gün merakla gazeteyi dört gözle bekleyen okuyucusu olsun. Sadece haber ve magazin için kimse gazete almayı alışkanlık haline getirmez. Ancak okuyucu dizi izler gibi gazetedeki şiir köşesini, roman veya öykü yazı dizisini heyecanla takip eder. Saydığımız nedenlerden dolayı gazetelerimizin okuyucu kitlesini çoğaltması ve gazetelerini albenili yapmaları için mutlaka şiir, roman, öykü, tiyatro ve resme köşelerinde çokça yer vermelidirler.
O zaman gazetelerimiz hem toplumsal bir hizmet yapmış hem de okuyucu sayısını da çoğaltmış olurlar.
DİL
Kaba konuşman için yok bir gerekçe.
Kullan dilini yerinde kibar ve nazikçe,
Kullanırsan tatlı dilini kurtulur gemi,
Konuşursan kuralsız, acı batar yelkenli!
Anla, anlat, yaz, dinle çokça oku,
Güzel konuşman, yazman, anlatman için oku!
Oku, anla, düşün, anlat ve yaz,
Sonra karşındakine verirsin vaaz!
Okumayan anlayamadığı için çözemez,
Okumayan anlaşılamadığı için anlatamaz!
Anlatmadan anlaşma olmaz,
Anlaşmadan da barış olmaz!
Kötü dil zehir katar aşımıza!
Ne gelirse acı dilden gelir başımıza!
Kimse aşık değil gözümüze kaşımıza!
Tatlı dille iyiliğe döner; kötülük gelse başımıza.
Dil ile gelir, her ne gelirse karşımıza!
Uslan, kurallı konuş, oku, öğren, çalış,
Şiir, roman, öykü, gazete okumaya alış.
Çöz en giriftini çokça okuyup anlamayla,
Diz kelimelerini tespih taneleri gibi arayla,
Diz sözlerini inci dizer gibi sırayla!