Bugun...


Prof. DR. Kadri Yıldırım

facebook-paylas
İSLAM’IN BİR BARIŞ PROJESİ OLARAK  “MEDİNE SÖZLEŞMESİ” -5
Tarih: 11-10-2020 19:15:00 Güncelleme: 11-10-2020 19:15:00


 

3. Etnik ve Dini Kesimlerin Hazır Olması ve İsmen Tescil Edilip Tanınması

Eğer ortak bir vatandan bahsedilecekse bunun en belirgin göstergesi o vatanda yaşayanların kendi etnik ve dini kimlikleri ile yazılı olarak tescil edilmesidir. Medine sözleşmesinin taraftarı ve muhatabı olan kesimlerin tümü kendi etnik ve inanç kimlikleriyle tescil edilmişlerdir. Hatta Sözleşmenin tarafı olan kabile ve kollar da tek tek kendi isimleriyle kaydedilmiştir ki bunların başlıcaları şunlardır:

-Benu Avf       (Avfoğulları)

-Benu Saîde     (Saideoğulları)

-Benu Haris     (Harisoğulları)

-Benu Cüşem  (Cüşemoğulları)

-Benu Neccar  (Neccaroğulları)

-Benu Amr      (Amroğulları)

-Benu Nab’it   (Nabîtoğulları)

Benu Evs         (Evsoğulları)

Yani sözleşmenin hazırlanması sırasında sözleşmenin tarafları olan sosyal blokların kendileri veya temsilcileri hazır bulunmuş, özgür bir ortamda ve karşılıklı görüşme ve tartışmalarla sözleşmenin hükümleri tespit edilmiştir. Dolayısıyla Totaliter ve üniter siyasal yönetimlerin kabul etmedikleri farklılıklar bu sözleşmeyle oluşam yönetimde tek tek tanınmış ve tescil edilmiştir. Medine Sözleşmesi bir kısmını yukarıda saydığımız Müslüman ve Yahudileri kabile kabile zikretmiş ve Mü.riklere de ayrı bir madde tahsis edilmiştir (Madde 20/b)

4. “Hâkimiyet Değil, Katılım”

Medine Sözleşmesi “hâkimiyet” değil, “katılım” temeline dayanan bir projedir. Bu ilke sayesinde bir tarafın başka bir taraf veya taraflar üzerinde baskı kurmaya kalkışması önlenmiş; sözleşmeye onay veren sosyal sınıflar birbirlerini doğal realite olarak kabul ederek birbirlerinin yaşama ve düşünme biçimlerine saygı göstermeleri sağlanmıştır. Bu bağlamda Müslümanlar özgür bir şekilde İslam’ın gösterdiği istikamette ve güven içinde yaşayarak dinlerini tebliğ etme imkânını elde ettikleri gibi, Yahudiler ve öbür kesimler de kendi din ve inançları açısından aynı hakları elde etmişlerdir. [1]

5. Genel ve Lokal Olmak Üzere İki Tür Savunmanın Benimsenmesi

47 maddelik tasnife göre Medine Sözleşmesi’nin 15, 18, 19, 24, ve 45. maddeleri dış saldırılara karşı sözleşmenin tarafları olan dört kesime ortak savunma sorumluluğu getirmek üzere düzenlendiği gibi; bu toplumsal gruplara bulundukları lokal mıntıkaları savunulma hak ve sorumluluğunu da vermiştir.

6. Farklı İnanç Gruplarına İnanç Özgürlüğünün Sağlanması ve Din Savaşının Sadece İlgili Tarafı Bağlaması

Siz din inanç ve mezhep açısından birbirinden farklı olan kesimlerle ortak bir çatı kurma yoluna giderseniz sizin onlara, onların da size kendi dinlerini zorla empoze etme lüksü olamaz; aksi takdirde kurduğunuz çatı dağılır. Bunun için Sözleşmenin 25. maddesi (47 maddelik tasnife göre) şu hükümle din ve inanç özgürlüğünü güvence altına almıştır:

“Lil Yehudi Dînühüm ve Lil Müslimîne Dinühüm” (Yahudiler kendi dinlerinde, Müslümanlar da kendi dinlerinde serbesttir. Dolayısıyla Yahudileri kendi dinleri, Müslümanları da kendi dinleri bağlar.)

Sözleşmenin 45. maddesinde “İlla Men Harebe Fi’d-Dîn” (Kendi dinleri için savaşanlar hariç) denilerek din için yapılacak bir savaşın sadece o dine mensup olanları bağlayacağı, bir tarafın başka bir tarafın dinsel savaşlarında onun yanında veya karşısında yer almayacağı, dolayısıyla bunun genel savunmanın dışında tutulacağı hükme bağlanmıştır.

7. Müslüman Olmayan Taraflara İç Hukuk Olarak Adli Özgürlük Tanınması ve İhtilaflı Durumlarda Hz. Peygamber’in Hakem Kabul Edilmesi

52’lik tasnife göre Sözleşmenin 42. Maddesi Müslüman olmayan taraflara kendi iç hukukları bağlamında adli özgürlük tanımış, bu ve 23. Maddede taraflar arasında meydana gelecek olan ihtilaflı vakaların Hz. Peygamber’in hakemliğine başvurularak çözümlenmesi hükme bağlanmıştır. Bu maddeler, Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e hitap eden şu ayetler doğrultusunda konulmuştur:

“Eğer sana başvururlarsa aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah adil olanları sever. İçinde Allah’ın hükümlerinin bulunduğu Tevrat yanlarındayken hangi yüzle seni hakem tayin ediyorlar da sonra bundan yüz çeviriyorlar!”.[2]

Bu bağlamda Yahudilere ve diğer dini cemaatlere adli özgürlük tanındığı için her taraf kendi davasını kendi mahkemesine götürüyor ve mahkemede kendi kanunları uygulanıyordu.[3] Yahudi, Hıristiyan ve diğer din ve inanç mensupları bazen davalarını hakem olarak Hz. Peygamber’e götürüyorlardı. Nitekim evli olup zina eden Yahudi bir erkek ve kadına nasıl bir ceza verileceğine ilişkin Hz. Peygamber’e müracaat edilmiş, Hz. Peygamber de kendi kanun kitapları olan Tevrat’a göre onlara recim cezasını vermiştir.[4]

8. Sözleşme Temelinde Necran Hıristiyanlarına da Özerklik Tanınması

Medine Sözleşmesi’yle Müslüman olmayan kesimlere tanınan adli, hukuki ve dini özerklik daha sonra İslam yönetimine idari ve siyasi açıdan bağlılığı söz konusu olan eyaletlere de tanınmıştır. Necran Hıristiyanları ile İslam Yönetimi arasında imzalanan antlaşma bu bağlamda yapılmıştır.[5]

Necran Hıristiyanlarından 60 kişilik bir heyet hicretin 9. yılında Müslüman olup olmamaya karar vermek için Medine’ye gidip Mescit içerisinde Hz. Peygamber ve onun heyetiyle bazı müzakere ve tartışmalarda bulunurlar. Heyetteki bazı ünlüler şunlardır:

-Din işleri temsilcisi Papaz Ebû Harise

-Siyasi temsilci Abdulmesîh

-Ekonomi uzmanı Eyhem.

[1] Bulaç, a. g. e., s. 187

[2] Maide: 5/42-43

[3] Attar, Fahrettin, “Asr-ı Saadet’te Adliye Teşkilatı”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, İstanbul 1995, III, 120

[4] İbn Mace, Hudûd, 10; Darimî, Hudûd 15; Tirmizî, Hudud 10; Attar, a. g. e., III, 120

[5] Attar, a. g. e., III, 123



Bu yazı 4369 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
HABER ARA
YUKARI