Sosyal hizmetin doğu tarafındaki yani Türklerin yoğun yaşadığı Anadolu ve Orta Asya’daki gelişimine bakacak olursak ise İslamiyet’ten önceki Türk kültüründe sadece sosyal söylemler ve yazılı belgelerdeki öğütlere ve telkinlere rastlıyoruz. Bu söylemler yardımlaşmayı ve dayanışmayı öğütleyen söylemlerdir. Buradan anladığımız ise yine insanın toplumsal bir varlık olması hasebiyle sosyal hizmet yada sosyal hizmet zaruriyetten doğmuştur demek mümkündür.
Türklerin İslam’la tanışması ile de İslam Felsefesinin de yardımlaşmayı ve dayanışmayı öğütleyen ayetleri ve zekat gibi farz ibadetlerle birlikte gelişimini daha da ilerletmiştir demek mümkündür. Bunun da en büyük katkısı Anadolu’da hâkimiyet kazanan Selçuklular dönemimde olduğunu söylemek mümkündür. Selçuklularda sosyal hizmetler daha yaygın bir örgütlülük kazanıyor. Dinsel vakıflar örgütlenmeye başlıyor. 4. Yüzyıl’dan başlayarak Anadolu’da düşkünlere, yaşlılara, hastalara, yolculara, öksüz ve yetimlere, öğrencilere yapılan dinsel, geleneksel temelli sosyal yardımların sürekliliği bu işlerle ilgili kimi kurumların geliştirilmesiyle sağlanmağa başlandı. Çeşitli hayır vakıflarının gelirleriyle halk mutfakları, şifahaneler, hanlar, kervansaraylar, imarethaneler, yetim evleri kurulmuş ve finanse edilmiştir.
Selçuklulardan sonra Anadolu’nun hâkimiyetinin Osmanlılara geçmesi ile de Osmanlılar kendinden önceki birikimin de üstüne bir şeyler koyarak sosyal hizmet anlayışını sürdürmüş ve geliştirmiştir. Osmanlılar da kendinden öncekiler gibi cami, medrese ve vakıflar aracılığı ile bu hizmeti sağlamayı hedeflemiştir. Vakıfların yanı sıra zanaatkârlar ve küçük esnaf arasında kurulmuş mesleki sosyal yardım örgütleri olan fütüvvetler (ahi birlikleri) gelişirken, bir taraftan da kent ve mahallelerde sosyal yardım düşüncesi örgütlenmeye başlamıştır. Bunlara en güzel örnek hâlâ bazı yerlerde benzerlerine rastladığımız mahalle sandıklarıdır. Başlangıçta dinsel temellere dayalı fütüvvetler, daha sonraları Müslüman olmayanların da üye olarak kabul edilmesiyle laikleşmişler ve lonca adını almışlardır.
yüzyıla geldiğimizde o ana kadar vakıf ve özel kuruluşların üstlendiği ve devletinde bir şekilde desteklediği sosyal hizmet anlayışı bu yüzyıl başlarında işlevini büyük ölçüde kaybetmeye başlamıştır. Bununla beraber bu hizmet anlayışını devralan bu kez devletin kendisi olmuştur. O ana kadar dolaylı yollardan destekler sunan devlet bizatihiü elini taşın altına koymuştur demek mümkündür. 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu sosyal bir devlet olma yönünde büyük adımlar ve atılımlar geliştirmeye başlamıştır. Bu bağlamda Osmanlı var olan kuruluşlara yenilerini ekleyerek ve hizmet anlayışını da geliştirerek daha sosyal bir devlet olmaya başlamıştır. İmparatorluğun mali imkânları çerçevesinde halk sağlığı, karantina uygulamaları, aşı üretimi, devlet hastanelerinin kurulması, önceleri askeri ve sivil devlet memurlarının daha sonra ise imalat sektöründe çalışanlar için emeklilik sisteminin getirilmesi, kimsesiz çocukların korunmasına yönelik hukuki ve kurumsal düzenlemelerin yapılmaya başlanması hep bu döneme rastlanmaktadır. Darülaceze faaliyete geçmiş, 1899 yılından itibaren Hamidiye Etfal Hastane-i Âlisi, modern bir çocuk hastanesi olarak yoksul kadınlara ve çocuklara hizmet vermeye başlamıştır. 1902 yılında üç yüz yetime barınma ve eğitim imkânı sağlayan bir yetimhane, yani Darülhayr-ı Ali hizmete girmiştir. Ayrıca birçok vilayet merkezinde gureba hastaneleri tesis edilmiştir. Yine birçok vilayette kimsesiz ve yoksul çocuklar için sanayi mektepleri biçiminde ıslahhaneler bulunmaktaydı. Özellikle İstanbul’da önemli askeri ve sivil hastaneler de yer almaktaydı. Bu dönemde 1868 yılında Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) de kurulmuştur. Tüm bu kategoriler dışında yetim ve dullar ve emekliler devlet tarafından yetim ve dul maaşları ve tekaüt sandıkları çerçevesinde koruma altına alınmışlardır
başakşehir escort ,ikitelli escort ,güneşli escort ,kayaşehir escort ,bağcılar escort ,esenler escort ,eyüp escort ,güneşli escort ,kumburgaz escort ,topkapı escort