Kemalizm’in resmi ideoloji olduğu ile ilgili meseleler, seksenlerden sonra aydınlar arasında tartışılmaya başlamıştı. Ekseri aydınlar, bu konunun tartışmaya kapalı olduğu kanaatini ortaya atmışlardı. Sabancı Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Şerif Mardin, Kemalizm’in milletimizi mutlu etmediğini ifade edenler arasındaydı. Ünlü sosyolog kuru bir ideoloji olarak gördüğünü, insanlara güzel ve doğru şeyleri veremediğini savunmuştu.
Mustafa Kemal’in 8 Temmuz 1919 günü sabaha karşı Mazhar Müfit Kansu’ya şunları not ettirdiğini biliyoruz: “Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bu bir. İki, padişah ve haneden hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır. Üç, tesettür kalkacaktır. Dört, fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.” Kalem, Kansu’nun elinden düşmüştü. “ Darılma ama paşam sizin de hayalperest taraflarınız var.” dediğinde de Mustafa Kemal gülmüştü: “Bunu zaman tayin eder, sen yaz. Beş, latin harfleri kabul edilecek.” ( Mazhar Müfit Kansu anıları)
Mustafa Kemal sadece iyi bir komutan değildi. Aynı zamanda yerli yabancı birçok eser okumuş ittihatçılardan etkilenmiş ve kafasına birçok şeyi koymuş fikir adamıydı. Mustafa Kemal’in düşünce dünyasının oluşmasında etkili olan yerli düşünürler arasında Namık Kemal, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul gibi isimler; yabancı düşünürler arasında ise Montesgue, Rousseau, Voltaire gibi isimler bulunmaktadır. Mustafa Kemal, bir Osmanlı askeri olarak bu isimlerden önemli ölçüde etkilenmiştir.
Cumhuriyetin sacayakları, Kemalizm’in resmi ideoloji haline gelmesiyle birlikte geçtiğimiz asır tamamen şekillendi. Böylece kapitalist sistem, laik seküler yaşam tarzı, demokrasi, orijini batı kaynaklı olan ve batı hayranlığıyla tamamen donatılan yeni karakterine büründü. Batı kültürü ihraç eden ülkelerin son yüzyılda ne kadar dostumuz ya da düşmanımız olduğunu hala kavrayamadık mı? Adeta akıl tutulması yaşıyoruz. Neden hala aklımızı başımıza almıyoruz ve bazı köklü önemli meseleleri masaya yatıramıyoruz/akıl etmiyoruz? Batıdan almamız gereken şey, onların kültürü değil; bilim, teknoloji ve fendir. Gerisi kendi öz kültürümüzle bizde ziyadesiyle mevcuttur.
Osmanlı’daki bireysel devşirme sistemine ve yöntemine benzer ve fakat bütün toplumun tersine devşirildiği, ‘kendini batıya karşı ispatlama çabası içinde olan aşağılık karmaşası yaşayan’ zavallı bir toplum türetildi. Kanımca tarihte, tarihini bu kadar çabuk unutan ya da bu kadar çarçabuk dejenere olan bir millet daha yoktur. Bu başarıyı tamamen Kemalizm’in başarısı olarak addetmek de doğru değildir. Toplumun bu manyetik alanın büyüsüne kapılması ve daha çok dünya hayatına odaklanması bu değişim ve dönüşümde katalizör görevi görmüştür.
Manyetik nesnenin etrafında başka bir manyetik nesneyi kendine doğru çekebilen veya kendinden uzaklaştırabilen bir alan mevcuttur. Göremediğimiz için çoğunlukla sihir gibi gelse de bilimsel olarak oldukça mantıklı bir açıklaması mevcuttur Michael Faraday, 1831’de değişen bir manyetik alanı çevreleyen bir elektrik alanı oluşturduğunu tespit ederek elektromanyetik indüksiyonu keşfetti. Yeni dünyada sosyal bilimcilerin, ideologların ve iktidar gücünü elinde tutanların, bu tanının sosyal deneyini, toplumu dönüştürmeye yönelik kullandığı ve yol kat ettiğine şahit olduk.
Haklı olan güçlü olana galebe çalamıyor her zaman. Öyle de oldu. Güçlü olan hakkı kendinde gördüğü içindir ki, haklı olana galebe çaldı.
Özümüz/örfümüz ve bin yıllı aşkın kültürümüz, öngörülemeyen bir şekilde Müslüman halkı derdest ederek batı hayranlığına feda etmiş oldu. Özümüze tamamen yabancı olan kanın -milletimize uymadığı halde- halen enjekte edilmeye çalışılması akla ve izana sığmıyor.
“Zayıfa acımak doğaya ihanettir”. Nietzsche’n bu sözü vahşi kapitalizmin adeta turnusol kâğıdı gibi. Safların netleşmesiyle birlikte ‘ zayıfa acımayan’ ve ‘merhamet etmeyen’ zümre ortaya çıktı. CHP ve HDP zihniyetinin aynı kaynaktan beslendiğini ve üst akılları aynı olan bu iki ana akımın ‘dini, milli ve yerli’ tanıma uymadığını biliyoruz.
Muhafazakâr bir parti olan Ak Parti’nin son yirmi yılda iktidarda olması, kantarın topuzunun yönünü değiştirmeye muktedir olamamıştır. Asıl manyetik etki gücünün Kemalizm kuvvesinin dışına çıkamadığı ortadadır. Ak Parti’nin kendi güçlü sınıfını oluşturma çabası, kantarın topuzunun yönünde bir değişiklik yaratmamıştır. Sözün özü alternatif bir güç olma ya da gönlünce yaşayanların sayısını artırma çabası, kapitalizme rağmen mümkün gözükmemektedir. Çin efsanesinde anlattığımız ejderha misali, “herkesin hakkı olan hazineyi ejderhanın(kapitalizmin) elinden kasabanın delikanlısı alamamış” ve ‘aynı tas aynı hamam’ meseli Ak Parti iktidarında da devam etmiştir.
Naçizane düşüncemiz; nefsin kölesi olmuşların, hürriyet şarkıları söylemesi abesle iştigaldir. Hakeza kölelik naralarıyla bir yerlere ulaşmaya çalışmak da münafıkların/yalancıların işidir. Bu iki güruh da ikiyüzlüdür ve kendi menfaatleri için kapitalizmin ekmeğine yağ sürmektedirler.
Bu eleştirimizi sadece iktidar partisine yaptığımız sanılmasın. HDP ve CHP ve bu iki fason zihniyetin bileşenlerini de kapsayan bir tespitten bahsediyoruz. Özellikle ar, namus, şeref ve haysiyetten uzak çevrelerin ve bileşenlerinin gerçek anlamda mazlum ve fakir halkı kollayan taraflarının olmadığını da iyi biliyoruz.
Haklı olan taraf, güçlü olana galebe çaldığında bir avuç insanın faydalandığı tüm imkânlar inşaAllah bütün millete sirayet edecektir.
Özümüze, gönlümüze, örfümüze uygun kanın dinimize ve tarihimize uyan kan olduğunu, tâ ki zerrelerimize kadar yaşayana ve Allah’ın bahşettiği rızkın asıl sahibi olana ve ‘gönlünce doğru yolda harcayan’ taraf olana dek. Vesselam.
Felek ne cömert zalime, ezene
Bütün nimetler yoksulları ezene
Onurlu insanlara mutluluk yok
Gel de yuh çekme şu rezil düzene..
Ömer HAYYAM
Bu yazı 1694 defa okunmuştur.