Hayat içerisinde tek tek meydana gelen değişmelere olay diyoruz. Olgu ise, aynı türdeki olayları bir bütün olarak anlatmak için kullanılan daha genel bir kavramdır. Olguda belli bir yer ve zaman söz konusu değildir. Olayı olgudan ayıran diğer önemli bir özellik ise olayın başlangıç ve bitiş tarihinin belli olmasıdır. Olaylar belli bir süre içerisinde meydana gelir; Anadolu’nun fethi, Kurtuluş Savaşı, Lozan antlaşması gibi.
Yurdumuzda neredeyse her on yılda bir darbe, isyan ve kriz benzeri olaylar yaşanmıştır. Bu olaylardan ders çıkarabilseydik eğer, ‘olay’ mefkuresinde kalırdı her biri. Bizde tam tersi oldu ve süreklilik arz eden olgulara dönüşüverdi darbeler.
Cumhuriyet Dönemi’nde kurulan İstiklal Mahkemelerinin 1923 ile 1927 yılları arasında isyanlar ve olağanüstü haller için kurulduğunu biliyoruz. 6 Nisan 1925 tarihinde Diyarbakır’da Şeyh Sait Efendi olayı sonrasında Şark İstiklal Mahkemeleri kurulmuştu. Uğur Mumcu’ya göre Devrim Mahkemeleri, savaş ve ihtilal gibi özel durumlarda isyancı, bozguncu ve karşı devrimcilerin yargılandığı infaz kurullarıydı. Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey'in 2 Şubat 1926 tarihli raporunda, "Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor, tehlike büyüyor. Dersim, hükûmeti Cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kati bir ameliye ihtimâlâtı elimeyi önlemek, selameti memleket namına farzı ayindir" tespitiyle başlıyordu.
-1925 yılında yaşanan Şeyh Said Efendi Olayı,
-1937-1938 yıllarında çıkan Dersim Olayları,
-27 Mayıs 1960 Darbesi,
-12 Mart 1970 Muhtırası,
-12 Eylül 1980 Müdahalesi,
-28 Şubat 1997 Post modern Darbesi
-15 Temmuz 2016 tarihinde cereyan eden Kalkışma.
Her biri önemli ölçüde bize zarar veren bu hadiselerin yurdumuzda neredeyse “olay” kavramından çıkarak ‘Olgu’ veçhesinde sürekli cereyan etmesi bizi tedirgin eden konu başlığımız.
Dünyanın en güçlü on beş ekonomisine baktığımızda, ilk on beşin dışında kalan 183 ülke küresel ekonominin yüzde on beşinden azını paylaşıyor. Dolayısıyla Yüzde seksen beşlik pastayı sadece on beş ülke paylaşmaktadır. Kapitalizmin küresel zulmüne benzer haksız paylaşımı, ülkemiz sathında da benzer rakamlara yakın paylaşıma bölünmüştür. Zulüm büyük aynadan küçük aynaya yansırken aynı resmi küreden kümeye yansıtmıştır.
Dünyanın ilk on beşi bu gücü ellerinde tutmak için 7/24 esaslı plan, proje, taktik, program ve stratejilerle dünyanın dört bir yanında sistematik oyun kurmak durumundalar. Gelişen ve değişen hiçbir olay kendiliğinden oluvermiyor. Şunu iddia ediyoruz ki, oyuncu olmaktan çıkıp oyun kurucu durumuna hızla geçtiğinizde ve darbelerle sizi frenleyemediklerine hükmettiklerinde ve artık vekâlet savaşlarının ve darbelerin yetersiz olduğuna kanaat ettiklerinde savaşı kapınızda bulabilirsiniz.
Bakışımızdaki çarpıklığın esbabı, hiçbir olaydan ders çıkaramayan tarafımız. Bir diğer husus ise içerde pastayı paylaşamayan ‘fareler’ meselesidir. Farelerin sağı, solu, muhafazakârı olmaz. Fare faredir.
Mesele olayların, ‘olgu’nluğa olan savaşı gibi duruyor. Genelde olaylar ve kişiler üzerinden meseleler tartışılıyor bizde. Örneğin son yirmi yıldır kimse muhafazakârların başarısından bahsetmiyor. Bilakis konu ‘Recep Tayyip Erdoğan’ın ismi etrafında dolaşıp duruyor. Kabul edelim ki, olgunlaşan bir bakış açımız/fikrimiz olmadığı gibi hakeza bir gıdım yol aldığımız da yok. Bir ileri iki geri saran motor gibi gücün aldatıcılığını yaşıyoruz.
Temeli sağlam olan ülkelerde darbe gibi kavramlara rastladınız mı? Bizim ülkemizin bu ülkelerden farkı ne? Ona bakalım öncelikle.
Demokrasi bizim bir asırdır deneyimlediğimiz ve kanımca darbelerden de anlaşılacağı üzere sınıfta kaldığımız bir husus. Bir taraftan her zaman iktidarda olmak isteyen ya da iktidarda olmasa dahi muktedir olmak isteyen bir resmi ideoloji var. Diğer tarafta demokrasi adına, aldığı oyla muktedir olmaya çalışan siyasi partiler var. İşte tam da burada, ‘olay’ ve ‘olgu’ arasındaki fark açığa çıkıyor. Bu zaviyeden baktığımızda, bir asırdır olaylar karşısında olgu’nlaşamayan demokrasi anlayışımızı daha net görüyoruz. Elbise bedene olmayınca, bedeninin sağını solunu budamaya çalışıyoruz. Elbisenin dokunulmazlığı, bedenimizden daha kıymetli zâr.
-Batı gözlerimizin içine baka baka terör örgütlerine yardım etse de ve Kitabı Kerim olan Furkan’ımızı yaksa da korumalar eşliğinde, gözlerimizi açmaya niyetimiz yok bizim.
-İsveçli siyasetçi, Kur’an-ı Kerimi fiziki olarak yaktığı için içimiz nasıl yandı. Ama gel gör ki, Furkan olan Kur’an’ın ayetlerini her gün ayet ayet yakanlar, içimizi yakamıyor bu ölçüde. Bakış açımızda bir anormallik var.
Ve daha önemlisi;
-Cihan-ı İslam’da, yazarlar/araştırmacılar çok ama mütefekkir yok.
-Gelişen bir edebiyatımız, nam yapan içli şairlerimiz yok.
-Fikir dünyamıza ışık olabilecek, düşünce dünyamızı aydınlatacak öncü âlimlerimiz yok.
-Gayri resmi tarihimizi bütün çıplaklığıyla açık edecek, tarih bilimcilerimiz yok.
-Nefislerini arındırmış, liderlik yapabilecek önderlerimiz yok.
-Müslümanlar arasındaki birlik ve dayanışmayı tesis edecek, İttihadı İslâm mefkûresine hizmet edecek ehliyetli kadrolar yok.
-İleri görüşlü, basiret, feraset ve fetanet kabiliyetine sahip Müslüman bireylerimiz yok.
Bütün bu yokluklar içinde var etmeye çalıştıklarımız nakıs kalıyor. Dememiz o ki, lokomotifi boş olan trenin, vagonlarının ulaşacağı yerde ancak bizim ulaşabildiğimiz yer oluyor. Umut fakirin ekmeğidir diyor ve sabrediyoruz evvela. İhtimam gösteren ellere, elleri vicdanında olan erlere selam ediyoruz ahiren. Vesselam.
mercurecasino poker siteleri slot oyna oleybet
slot siteleri canlı bahis siteleri http://www.tedxmadrid.com/ casino siteleri
başakşehir escort ikitelli escort güneşli escort kayaşehir escort bağcılar escort esenler escort eyüp escort güneşli escort kumburgaz escort topkapı escort
gaziantep escortgaziantep rus escort gaziantep escortseks hikayeleri