Konuşurken düzgün, nazik, yumuşak bir üslupla kalbi ve hasbi bir şekilde konuşursan dinleyenler kalben etkilenir. İnsanı şerefli kılan, sadakatle inancına bağlı olarak konuştukları ve konuştuklarına uygun davranışlarıdır. Fikri hayatı olmayan bir insanın bu şerefe nail olabilmesi mümkün değildir. Onun için fikir hayatla dolup taşmalı ve hayat fikirle aydınlanmalıdır.
Fikrin iki önemli özelliği vardır;
1- Fikir nâmütenâhi (sonsuz) olmalıdır, bunun için maddeden manaya doğru düşünmek gerekir. Bu özellik “Onlar dağlara bakar da Rabbimiz bunları boşa yaratmadı derler” gibi insanı düşünceye yönelten ayetlerle sabittir.
2- Fikir hür olmalıdır, hür kalabilmek için de hürriyete saygılı ve hizmet eder olmalıdır. Hürriyet mümine Kur’an ile verilmiş olan bir haktır, mümini bu haktan kendi beceriksizliği dışında hiçbir kuvvet mahrum edemez. Hürriyet muhteşem bir süstür. Ancak bazı kimselere yakışmaz, bu süse malik olanlar kartallar gibi yükseklerden uçarlar, bu süsten mahrum olanlar fareler gibi kaçacak delik ararlar.
Hür olmak demek sorumlu olmak demektir. Allah’a karşı, nefsimize karşı, topluma karşı, tabiata karşı, tarihe karşı vazife ve sorumluluklarla yüklü olmaktır! Yoksa merhum Nurettin Topçu’nun dediği gibi; “Fransa ihtilali sonrasında Yahudi cemaati tarafından ihdas edilen demokrasi ve hürriyet şeklinde dile getirilen ve kuvvetini serbestçe kullanma yetkisi” olarak tanımlanan “hürriyet” değildir. Çünkü kuvvetin, insanda bağlandığı şeyler çeşitlidir. Bedenin kuvveti, paranın kuvveti, kalem kuvveti, hakkın kuvveti, ruh, ahlak, din kuvveti vs. Hürriyet bunlardan hangisinin hâkimiyetini sağlayan serbestliktir?
Yahudi dünyasının planladığı demokrasi, insanda bedeni hazlara ve menfaatlere hizmet eden kuvvetleri baskın hale getirmiştir. Sonuçta, basın hürriyeti altında görsel ve yazılı medya habis kazanç amelleri uğruna insanlığı hayvanlaştırma yolunda yarışır oldular. Her kötülüğün anası olan alkol her yerde ve her yaşta tüketilir hale geldi. Buna da içki serbestliği dendi. İlim mabedi olan mektepler öğretmenler için çilehane, gençler için isyan ve fesat yuvasına dönüştü. Buna da öğrenci hürriyeti dendi. Zevkleri besteleyen ve iradeleri uyuşturan terennümleriyle şarkıcı sanatkâr, mevlitçi hoca, duygusuz ve ruhsuz haykırışlarıyla halkı soyar oldular. Buna da sanat ve din hürriyeti dediler. İçi leş gibi kokuşmuş, çürümüş, cinsiyetinden başka bir varlığı kalmamış şarkıcı kızların sahne almasına eğlence hürriyeti dediler. Yarı çıplak bir vaziyette salonlarda başka erkeklerle dans eden karısını dostlarıyla viski içerken seyreden aile babasına medeni insan dediler. Bale yapan genç kızları oturduğu koltuğunda seyrederken cuşe gelip, işte çağdaş ülke budur! Diye haykıran devletin başının bu haykırışına tezahürat hürriyeti dediler. Hulasa bedenin zalim hazları ile çılgınlaşan şehvet ve gazabın kölesi olan şerli mütegallibeler kendi hürriyetleriyle, akıl, iman, şeref, namus, hak ve vicdan adıyla insanlığımızın sahip olduğu bütün değerlere saldırır oldular. Sonuçta bu yüksek değerleri tutsak ettiler. Gerçek hürriyetin tesisi için onların ellerinde esir tutulan bu yüksek değerlerin esaretten kurtarılıp, egemen kılınması şarttır. Bunun için insanımıza yaraşan, bedenin sefih hazları ve menfaatleri peşinde koşmak yerine ruh dünyamızı ihya etmek ve bu yüksek değerleri fert ve toplum hayatımızda egemen kılmaktır. Çünkü gerçek hürriyetin olmadığı yerde, akıl ve vicdan, yani ilim ve ilmi hürriyet, hür ahlak ve ahlaki hürriyet, hür adalet ve adil hürriyet yoktur. Hürriyetin olmadığı yerde esaret vardır. Esareti cehalet doğurur. Onun için cehaletin iktidarı korkunç bir felakettir.
Din, istismarcıların dini satan ellerinde esir olmaktan kurtarılmalıdır. Gerçi dili ile dinini satan bu din baronlarının bir gün içi dışa vurur, o zaman itibarları kalmaz, başları eğik, kendileri rezil olur. Hak indinde izzetlerini, halk nezdinde saygınlıklarını ve şereflerini kaybederler. Oysaki servetini kaybeden az şey kaybetmiş olur. Çünkü kaybedilen servet yeniden kazanılabilir. Ancak şerefini kaybeden çok şey kaybetmiş olur. Çünkü kaybedilen şeref yeniden kazanılamaz.